Yaşadığımız sürece bedenen büyük ya da küçük birçok yara alırız bu hayatta. Bazıları silinip gider, bazıları ilk günkü gibi can yakar. Peki ya ruhumuzdaki görünmez izler? Onlara ne olur? Zamanla silinip gider mi yoksa ilk günkü gibi canımızı mı yakar? Savaşın yıktığı hayatlara şahit olduğumuz Görünmez İzler’e gelin beraber bakalım. Keyifli okumalar.
Derin Yaraları İle Üç Farklı Kadın
Savaş, söylemesi çok basit fakat içinde çok derin yaralar barındıran bir kavram. Görünmez İzler, hepimizin az çok hakim olduğu 1. Dünya Savaşı’ndan iki yıl sonrasını anlatıyor. 1920 yılında geçen bu kitap, “Meçhul Asker’” için düzenlenecek olan cenaze töreninin beş gün öncesine götürüyor bizleri. Bu beş günlük süreçte de üç kadının hayatını okuyoruz.
Bu üç kadından biraz bahsetmem gerekirse; dans eğitmeni olan Hettie, babasının kaybının ardından kardeşini de savaşa gönderiyor. Fakat kardeşi ruhtan farksız, tam bir yaşayan ölü olarak dönüyor evine. Annesi ile pek harika gitmeyen ilişkisi ve kardeşinin çalışamayacak kadar kötü olmasının etkisiyle bir de evi geçindirme derdi başlıyor.
Evelyn, savaşta nişanlısını kaybeden genç bir kadın. Emeklilik bürosunda çalışıyor ve gözü işinden başka bir şey görmüyor. Ailesi de dahil kendini tüm dünyaya kapatmış durumda ve farkında olmasa da ruhsal bir çöküş içerisinde. Kardeşi Edward da savaştan sağ kurtulan rütbelilerden birisi, fakat o da pek iyi bir durumda denemez. Savaşın üzerinde bıraktığı yaralar yüzünden alkolik olmuş ve bilinmeze doğru sürüklenen bir karakter.
Son olarak Ada ise savaşta oğlunu kaybetmiş. Belki de savaşın en ağır acılarından birisini yaşamış. Bu kayıptan sonra manevi olarak oldukça çökmüş durumda ve yas tutmanın beş aşamasından biri olan kabullenme aşamasında takılı kalmış durumda. Hayatı altüst olan Ada, oğlunun gidişini asla kabullenemiyor ve her yerde onun hayaletini görüyor. görünme
Beklentimin Altında Kalan Bir Kurgu
Savaştan sonra çoğu insan yaraların sarılacağını ve zamanla her şeyin normale döneceğini zannediyor. Fakat bu üç kadın için işler öyle ilerlemiyor. Aksine her şey daha da kötü bir hal almaya başlıyor. Savaştan sonrası da en az savaş kadar yıkıcı onlar için. Biri oğlunu vermiş toprağa, biri nişanlısını, diğerinin ise kardeşi yaşayan bir ölü…
Açıkçası kitaptaki karakterlerin beklentileri nasıl karşılanmadıysa, kitap da benim beklentilerimi karşılayamadı. Arka kapak yazısında “bu üç kadının hayatlarının birbirine hızla yaklaştığı” gibi bir cümle yer alıyordu. Doğrusu, beklentilerim de bu cümleyi okuduktan sonra gelişmişti zaten. Ada, Evelyn ve Hettie’nin hayatlarının birbirine nasıl bağlanacağına dair fikir yürütemiyordum. Kitap hakkında yapılan yorumlar da merakımı arttırmıştı, fakat bana sorarsanız bu hikayeler ve birbirlerine bağlanma tarzları oldukça yetersiz kalmış.
Ön bilgi verip tadınızı kaçırmamak adına bu yetersizlikten olabildiğince üstü kapalı bahsedeceğim. Kitapta üç karakterin de hayatı ayrı ayrı anlatılıyor. Evelyn, Ada ve Hettie’nin hayatları; beş gün içerisinde hepsine her gün değinilecek şekilde yazılmış.
Bu üç hayat hikayesinin arasına bir de Meçhul Asker’in bulunması ve beş günlük yolculuğu sıkıştırılmış. Yani dört farklı akış var kitapta. Üç hayata hakim olmak yeterince zorken bir de Meçhul Asker’in yolculuğunu takip etmeye çalışmak çok yoruyor insanı. Şahsen ben her şeye hakim olmaya çalışırken çok yoruldum ve bir süre sonra Meçhul Asker’e ayrılan bölümleri atlayarak okumaya başladım.
Bunun dışında rahatsız olduğum başka bir noktaya değinmek isterim. Evet, kurgu, konu olarak savaşı ve kocaman bir yıkımı anlatıyor fakat bütün kitap kaos havası içinde olmak zorunda mıydı? Karakterler o kadar umutsuz, o kadar boğucu ve o kadar sıkıcı ki bir yerden sonra boğazınıza kadar derde batmışsınız da ölmek istiyormuşsunuz gibi bir ruh haline giriyorsunuz. Karakterlerin hayatında asla iyi bir şey olmuyor. Her şey ters, her şey onlara karşı ve hiçbir şeyden umutları yok. Hettie ve Evelyn bir nebze daha “neşeli‘” olsa da, Ada’nın davranışları ve ruh hali beni tam anlamıyla boğdu. Bu boğucu ve kasvetli ruh haline bir türlü alışamadığım için de kitap ne yazık ki elimde süründü.
İyi bir yazar ve iyi bir kitap, o boğucu ruh halini okuyucuya yansıtmadan aktarabilmeli. görünmez izler
Bazılarının görüşleri ”O dönem gerçekten böyle boğucuydu muhtemelen, demek ki yazar çok iyi yansıtmış,” yönünde. Ne yazık ki ben böyle düşünmüyorum. Okuyucu elbette o ruh halini hissetmeli. Fakat bu okuma hızını düşürecek kadar yoğun, okuyucunun dikkatini dağıtacak kadar sık olmamalıdır. Bence yazarın en büyük hatası da bu olmuş kitapta. Dört farklı hikaye okumak yeterince yorucuyken bir de okuyucuyu bu kadar boğmak kitabın kalitesini düşürmüş.
Son olarak, kaderleri birbirine yaklaşıyor kısmına değinmek istiyorum. Evet, kaderleri birbirine yaklaşıyor ama bu kadar, yani sadece yaklaşmakla kalıyor. Yine ön bilgi olmaması adına daha detaylı değinemiyorum ama okuduğunuzda anlayacaksınız. Bu hayatların birleşmesini ve daha ilerisini okumak isterdim açıkçası. Kitap o kadar anlamsız bir yerde bitiyor ki anlatılan her şey havada kalıyor. Bitirdikten sonra “Bütün bu hikayeye böyle bir son için mi katlandım?” gibi bir tepki verdim ne yazık ki. Elimizde, temelde iyi düşünülen fakat kötü kurgulanan bir bir kitap olduğu kanaatindeyim. Bu hikaye doğru ellerde çok daha çarpıcı, görkemli ve bütünüyle iyi bir kitap olabilirdi.
Unutmadan şunu da söyleyeyim: Yazarın emeklerinden ve hikayenin temelinin iyi düşünülmüş olmasından dolayı 5 üzerinden 3 puan verdiğim bu kitap; 4,621 Goodreads kullanıcısından ortalama olarak 3.84 puan almış. görünmez izler görünmez izler
Büyük umutlarla başladığım fakat beni hayal kırıklığına uğratan Görünmez İzler‘i okuduysanız ya da okursanız, fikirlerinizi bizimle paylaşmayı unutmayın sevgili okur. Okumaya karar vermeden önce de daha sağlıklı olması adına diğer kullanıcıların yorumlarını okumanızı da öneririm. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, kendinize iyi bakın!
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş: