Ön Okuma: Our Violent Ends

Ön Okuma: Our Violent Ends

Geçtiğimiz aylarda yayımlanan Şiddetli Hazlar kuşkusuz son zamanlarda en çok konuştuğumuz kitaplardan biri oldu. Biz de çok sevgili çeviri yazı ekibi olarak “Neden ikinci kitabın ön okumasını çevirip herkesi mutlu etmeyelim?” dedik. Buse Olçay1 tarafından çevrilen Our Violent Ends, serinin ikinci ve son kitabı. İyi okumalar.

: Bu metin Buse Olçay tarafından Bibliyoraf.com için çevrilmiştir. Çevirmenin ve Bibliyoraf’ın izni olmadan başka bir sitede kullanılamaz.

Our Violent Ends

Yıl 1927, Şanghay bir devrimin eşiğindedir.
Roma’yı kan davasından korumak için ilişkilerini feda eden Juliette artık göreve soyunmuştur. Tek bir yanlış hareketiyle kuzeni Kızıl Çete’deki yerini ele geçirmek için öne atılacaktır. Sevdiği çocuğu Kızıllar’ın hiddetinden korumanın tek yolu, en yakın arkadaşını soğukkanlılıkla öldürdüğü için Juliette’in ölümünü istemesini sağlamaktır. Roma’nın inandığı gibi cinayeti gerçekten işlemiş olsaydı eğer sevdiği adamın reddi Juliette’nin canını daha az yakardı.
Roma, Marshall’ın ölümü yüzünden hâlâ sersem haldedir ve kuzeni Benedikt onunla zar zor konuşuyordur. Roma, acımasız Juliette’i hayatına geri aldığı için suçlu olduğunu biliyordur ancak işleri yoluna koymaya kararlıdır. Bu, hem âşık olduğu hem de nefret ettiği kızı öldürmek anlamına gelse bile.
Birden şehirde yeni, devasa bir tehlike ortaya çıkar ve bu tehdide kesin bir son vermek istiyorlarsa eğer Juliette, aralarındaki sırlar yüzünden ulaştığı Roma’nın güvenini kazanmalıdır. Şanghay çoktan çığırından çıkmış bir haldedir: Milliyetçiler şehre ilerlemiş, iç savaş hakkındaki fısıldaşmalar her geçen gün daha sesli hale gelmiş ve çetelerim hükümdarlığı yok olmakla yüz yüze gelmiştir. Roma ve Juliette acımasız savaşçılar ve siyasetle mücadele etmek için farklılıklarını bir kenara bırakmalılardır. Ancak kalplerini birbirinden koruma tehdidine karşı henüz hazır değillerdir.

başlık

Benedikt şehirdeki söylentiler ve patlak vermek üzere olan yeni bir deliliğin yarattığı korku yüzünden sabrını yitiriyordu.

Patlak vermişti üstelik. Ortada artık yeni bir delilik vardı – bu kesin olan bir şeydi. Bu konuda tartışmak bağışıklığı artıracakmış gibi sürekli bu konuda çene çalmanın anlamı neydi ki? Eğer bu bir başa çıkma yöntemiyse, o halde Benedikt başa çıkma yöntemlerinden yararlanmakta hiçbir zaman iyi olmamıştı sanırım. Tek bildiği içine atmak, atmak ve atmaktı, ta ki midesinde her şeyi içine çekecek kara bir delik oluşana kadar. Ta ki her şey başka bir yere iteleninceye kadar. İşte o zaman gündüz saatlerinde kendi başına ne yapacağını hiç bilmediği gerçeğini unutabiliyordu. Bu sabah Roma’yla yaptığı tartışmayı, Juliette Cai ile yaptığı iş birliğine dair söylentileri ve bunların yalnızca söylenti değil gerçek olduğunu, ayrıca Lord Montagov’un onları müttefik yaptığını unutabiliyordu.

Our Violent Ends

Benedikt bir şeye vurmak istiyordu. Sanat gereçlerine aylardır dokunmamıştı ama son zamanlarda hepsini yok etme dürtüsüne kapılıyordu. Boya fırçasını tuvale saplama ve bu hasarın iyi hissetmek için yeterli olacağını ümit etmek gibi bir dürtüye.

Yeni bir deliliğin eşiğinde olunsa bile, yaptıkları onca şeye rağmen Kızıl Çete hoşgörüyü hak etmiyordu. Ama Benedikt kimdi ki bu konuda bir söz hakkı olsundu? 

“Benedikt Ivanovich.”

Benedikt, elinde deme yaptığı çakıyla duraksayarak yukarıya, sesin geldiği yere baktı. Montagov’un genel merkezine pek gitmez, yalnızca birkaç yeni silah araklamak ve mutfak dolaplarını azıcık karıştırmak için uğrardı. Yine de daha önce buraya her gelişinde, Lord Montagov’un ofisinden gelen ve genelde yeni bir delilik tehdidi veya suikastçılar canavarları şehre salarsa ne yapacakları hakkındaki öfkeli tartışmalara kulak misafiri olurdu. Tartışmalar hep aynı şekilde sonuçlanırdı. Podsolnukh’tan beri talep edilen harcı ödüyorlardı. 

Uzun bir süreden sonra bugün ilk kez ortalık sessizdi, etrafta dolanan sesler yerine Beyaz Çiçekler’den biri merdiven korkuluğuna yaslanmış, Benedikt’in dikkatini çekmek için el sallıyordu.

“Gardırop kurmak için bir çift ele daha ihtiyacımız var,” dedi Beyaz Çiçek. Benedikt oğlanın ismini bilmiyordu ama yüzünü tanıyor, bu labirentimsi evin birçok sakininden biri olduğunu biliyordu. “Vaktin var mı?”

Our Violent Ends

Benedikt omuz silkti. “Tabii.”

Ayağa kalktı ve çakısını göz önünden kaldırarak Beyaz Çiçek’i üst kata doğru takip etti. Eğer merdivenleri çıkmaya devam ederse eski odasının olduğu ve Roma ile Alisa’nın kaldığı dördünce kata yaklaşacaktı. Evin ana kısmı orasıydı ama takip ettiği Beyaz Çiçek o yöne doğru devam etmek yerine sola saptı ve ara odalara ve koridorlara yöneldi, telaş içindeki mutfaklardan ve kötü bir şekilde yerleştirilmiş tavan kirişlerinin altından geçti. Genel merkezin ana kanadından uzaklaşıp geçmişte farklı yapıların olduğu kısma doğru yüründükçe mimari, ateşliyken görülen bir rüyaya, mantıklıdan ziyade absürt bir hale dönüşüyordu.

Ellerinde çeşitli ahşap paneller olan üç Beyaz Çiçek’in beklediği küçük bir odaya vardılar. Benedikt’i çağıran çocuk hızla bir çekiç kaptı, gözle görülür bir şekilde terleyen Beyaz Çiçek’in tuttuğu panellerden birini sabitledi. 

“Şurada – ah! Pardon, şurada kalan son panelleri alabilir misin?”

Birinci oğlan eliyle işaret etti, ardından diğer elinin başparmağını ağzına götürdü – kazayla çekici vurmuştu.

Our Violent Ends

Benedikt ona söyleneni yaptı. Gardırop üzerinde çalışan Beyaz Çiçekler, bu rutinden duydukları rahatlıkla guruldayan bir hareket kazanı gibi görünüyor, hep bir ağızdan birbirlerine talimatlar veriyorlardı. Benedikt yıllardır bu evde yaşamıyordu, bu yüzden etrafındaki yüzlerin hiçbirini tanımıyordu. Evde Montagovlardan geriye pek kimse kalmamıştı, yalnızca kira ödeyen Beyaz Çiçekler vardı. 

Gerçekten, genel anlamda da Montagovlardan geriye pek kimse kalmamıştı. Benedikt, Roma ve Alisa soyun sonuncularıydılar. 

“Hey.”

Benedikt gözlerini kırpıştırarak açtı. En yakınındaki Beyaz Çiçek -diğerleri çivinin hangi taraftan girdiğini tartışırken- sönük bir şekilde gülümsedi.

“Başın sağ olsun,” dedi sessizce. “Arkadaşına olanları duydum.”

Arkadaşı. Benedikt dilini ısırdı. Evde yaşayanları pek az tanıyordu ama onlar Benedikt’i tanıyor olmalıydı. Montagov isminin lanetiydi bu. Marshall ne demişti? Kahrolası iki ailenin üstünde de bir veba vardı. Oldukları her şeyi yiyip yok eden bir veba.

“Kan davalarının olayı bu,” demeyi başardı Benedikt.

Our Violent Ends

“Evet,” dedi Beyaz Çiçek. “Öyle galiba.”

Başka bir panel daha çakıldı. Menteşeleri sıkılaştırıp tahtaları aşağı yukarı hafifçe salladılar. Gardırop kendi başına ayakta durduğu anda Benedikt izin istedi ve diğerlerini işlerine devam etmeleri için yalnız bıraktı. Odadan çıktı, kat boyunca döndü ve boş bir oturma odasına varıncaya kadar yürüdü. Orada yıpranmış duvar kâğıdına yaslandı, kafası dumanlanıyor ve görüşüne sis akın ediyordu. Nefesi uzun bir hırıltı şeklinde çıktı.

Arkadaşına olanları duydum.

Arkadaşın.

Arkadaş.

Öyleyse neden arkadaşının yasını diğerleri gibi tutamıyordu? Neden Roma gibi hayatına devam edemiyordu? Neden hâlâ orada çakılıp kalmıştı?

Yumruğunu duvara sertçe vurdu.

Kimi zaman Benedikt zihninde bir başkasının sesi olduğuna inanır gibi oluyordu: kulağındaki amansız, minyatür bir işgalci. Şairler iç seslerden bahsediyorlardı ama bunların metaforlardan başka bir şey olmaması gerekiyordu. Öyleyse Benedikt’inki niye bu kadar gürültülüydü? Niye kendi başınayken iç sesi çenesini kapayamıyordu?

Our Violent Ends

“…sin?”

O an koridor boyunca yabancı bir mırıltı yayıldı ve Benedikt’in gözleri aniden açıldı, zihni birden sessizleşmişti. Kendi kendini susturamıyordu ama çevresindeki gariplikler bunu gayet iyi başarabiliyor gibi görünüyordu. 

Benedikt oturma odasından ırladı, kaşları çatılmıştı. Mırıltı kulağa kadınsı ve… gergin geliyordu. Beyaz Çiçekler’le çok haşır neşir olmadığını biliyordu ama çetede bu tanıma uyan kim vardı?

“Alisa?” diye seslendi tereddütle.

Sessiz adımlarlar koridorda ilerledi, elleri ikinci ve üçüncü katın arasına doğru giden garip merdiven boşluğundaki tırabzanların üzerindeydi. Benedikt hafif aralanmış bir kapıyla karşılaşıncaya kadar yürümeye devam etti. Eğer doğru hatırlıyorsa kapının ardında başka bir oturma odası daha olmalıydı.

Kulağını kapıya dayadı. Yanlış duymamıştı. İçeride Fransız bir kadın vardı ve sanki ağlıyormuş gibi tutarsızca mırıldanıyordu.

Our Violent Ends

“Merhaba?” diye seslendi kapıyı tıklatırken.

Çok geçmeden kapı çarparak kapandı.

Benedikt geriye sıçradı, gözleri faltaşı gibi açılmıştı. “Hey! Ne oluyor?”

“Kendi işine bak, Montagov. Bu seni alakadar etmiyor.”

İşte bu ses tanıdıktı. Benedikt kim olduğunu hatırlayana kadar birkaç saniye yumruğunu kapıya vurdu.

“Dimitri Petrovich Voronin!” diye seslendi. “Bu kapıyı derhal açıyorsun!”

“Son kez söylüyorum-”

“Tekmeleyerek açarım. Yemin ederim yaparım!”

başlık

Kapı savrularak açıldı. Benedikt içeri daldı, gizemin kaynağını görmek için etrafa bakındı. Bulduğu tek şey bir masa dolusu poker oynayan Avrupalı adamdı. Hepsi ona kızgınlıkla bakıyor, bazıları kartlarını indiriyordu. Geri kalanlar kollarını kavuşturmuş, kolları ceketlerinin göğüs cebinden çıkan mendillerin üzerinde kavuşturmuştu. Tacirler, bankerler veya bakanlar – kim oldukları önemli değil; hepsi Beyaz Çiçekler ile beraberdi.

Benedikt gözlerini kırpıştırdı, şaşkındı. “Ağlama sesi duydum,” dedi.

“Yanlış duymuşsun,” diye İngilizce yanıtladı Dimitri. Belki de masada oturan yabancıların yararı içindi bu.

“Bir kadın vardı,” diye ısrar etti Benedikt, dişlerini sertçe sıkarak. Rusçadan devam etmişti. “Ağlayan Fransız bir kadın.”

Dimitri ağzının bir kenarını kaldırarak köşedeki radyoyu işaret etti. Gür siyah saçları arkasından dalgalanırken döndü ve radyonun sesini ayarladı, ta ki hoparlörlerden bir oyunun ortasındaki programın sesi yayılıncaya kadar. Gerçekten de programda repliklerini okuyan Fransız bir kadın vardı. 

başlık

Benedikt’e doğru yürürken, “Yanlış duymuşsun,” dedi tekrardan. Tam önüne gelene kadar durmadı ve ellerini Benedikt’in omuzlarına yerleştirdi. Benedikt Dimitri’ye anca Roma kadar yakındı, yani pek yakın değillerdi. Bu tarz tartaklamaların dost bir Beyaz Çiçek’e yapılması pek uygun değildi ama Dimitri yine de Benedikt’i kapıya doğru ittirirken hiç tereddüt etmedi.

Antreye doğru sendelerken, “Ne işler çevirdiğini bilmiyorum,” diye uyardı Benedikt. “Ama gözüm çevirdiğin dolapların üzerinde.”

Dimitri gülümsemeyi bıraktı. Cevap vermek için Rusçaya döndüğünde sanki bir değişim onu ele geçirmiş gibiydi, tam anlamıyla aşağılayıcı bir bakışla ifadesi çirkinleşmişti.

“Yaptığım tek dolap,” diye tısladı. “Bağlantılarımızın devamlılığını sağlamak. O yüzden burnunu sokma.”

Hiddeti geldiği hızda gitmişti. Dimitri aniden eğildi ve Benedikt’in yanağına, çocukları uğurlayan akrabaların abartılı öpücüklerinden birini konduruyormuş gibi yaptı. Benedikt öfkeyle homurdanıp ellerini üzerinden uzaklaştırarak Dimitri’yi kenara itmeden önce odada bir öpücük sesi yankılandı.

Dimitri’nin cesareti pek de kırılmamıştı. Gülümsedi ve İngilizceye dönüp emir verdi. “Hadi şimdi git ve oyna.”

Kapı ardından çarparak kapandı. 

Bu yazının redaktörlüğünü Aydan Yalçın yapmıştır.

Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:

Yazıyı burada paylaş:

Kitapların kahramana dönüştüğü yer.
İnternet sitesi http://bibliyoraf.com
Yazı oluşturuldu 328

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.