Bazı kitaplar tek bir kategoriye sığmaz. Kıyamet Polisi de bu tür romanlardan. Bilimkurgu ve polisiyenin karışımından oluşan Kıyamet Polisi’nin içinde bulunduğu seri, her iki türde de ödül almış. İthaki Yayınları, kitabı 2019 yılında dilimize çevirdi. Ben de bu tarz ilginç bir roman okuyunca hemen incelemesini yazmak istedim. Daha da uzatmadan asıl konumuza geçelim.
Kıyamet Polisi Ne Anlatıyor?
Dünyanın yok olmasında son altı ay var. Sonra asteroid 2011GV1 ya da daha sık kullanılan ismiyle Maia dünyaya çarpacak. İnsanların çoğu ölecek ve geri kalanlar da pek bir şey bulamayacak. Ama şimdilik, insanlar hayatlarını devam ettiriyor. Maia yüzünden insanların çoğu işini bırakıyor, herkes kendi hâlinde asteroidi bekliyor. Aynı zamanda asteroid yüzünden dünyada intihar oranları artıyor. Kitabın ana karakteri Hank Palace ise hâlâ çalışmaya devam eden bir dedektif. Bir gün, McDonalds’ta intihar eden Peter Zell’in intiharını rapor etmeye gidiyor. Zell’in ölümü herkesçe intihar olarak biliniyor. Fakat Palace, olay yerine geldiğinde bazı detaylar fark ediyor ve bunun bir cinayet vakası olduğunu düşünüyor. Kimse bu vakayı umursamazken Palace araştırmaya koyuluyor. Sırlar yavaş yavaş açığa çıkarken, biz de dedektifin bu süreçteki araştırmalarını okuyoruz. Peki eğer dünyada yaşayanacak son altı ay kalmışsa, suçları çözmenin veya suçluları yakalamanın bir anlamı var mı?
İki Farklı Tür Tek Kitapta
Kıyamet Polisi, hem bir kıyamet romanı hem de bir polisiye olarak değerlendirilebilir. Genelde romanlarda post-apokaliptik, yani kıyamet sonrası dönemleri görüyoruz. Fakat bu kitapta durum tam tersi. Daha hiçbir şey gerçekleşmemiş ve herkes o son günün gelmesini bekliyor. Kitabın yazarı Winters, duruma farklı bir bakış açısı getirmiş. Bana göre bilimkurgu okumayı zevkli yapan şey, gerçekleşmeyecek olasılıkları keşfetmek ve bunlar üzerine düşünmek. Bu nedenle kitapta yaratılan dünya, kitabın en sevdiğim yanlarından biri oldu. Kıyamet Polisi’ndeki dünya, daha kıyamet olmadan, sırf bunun olasılığı sebebiyle kötüleşiyor. Fakat aynı zamanda insanlar gündelik yaşamlarına devam etmek zorundalar. İnsanların sonun yaklaştığını bilmelerine rağmen hayata bir şekilde devam etmeleri, okuması merak uyandırıcı bir kurgu ortaya çıkarıyor.
Daha önce de değindiğimiz gibi Kıyamet Polisi, bilimkurgu romanı olduğu kadar bir polisiye romanı. Dedektif Palace’in elinde sırlarla dolu bir vaka var. Peter Zell, ölümünün ardında birçok gizem bırakıyor. Evindeki bazı notların ve ölümünden hemen önceki davranışlarının açıklamasını kimse bilmiyor. Dedektif Palace’in vakayı araştırmasını, insanları sorgulamasını, yavaş yavaş gerçeğe yaklaşmasını okuyoruz. Kitabı okurken sürekli ortaya yalanlar çıktığı için merakım hiç azalmadı. Polisiye yönü bir Agatha Christie seviyesinde değil, ama yazar sunduğu detayları açıklamayı ve gizemi tatmin edici bir çözüme ulaştırmayı başarıyor. Kısaca Kıyamet Polisi, polisiye açısından da gayet başarılı bir roman. Yazar tek romanda iki türün de hakkını vermiş.
Gerçekçi Hissettiren Karakterler
Kitabın dünyası kadar, bu dünyadaki karakterler ve onların ne yaptığı da ilgimi çekti. Kimse ona inanmazken araştırmaya devam eden Palace, arkasında sırlar bırakan Peter Zell, suçla ilişkili gizemli Naomi Eddes… Ön planda olan karakterlerin hepsinin sakladıkları var ve kitap boyunca bunlar ortaya çıkıyor. Bu sırada dünyadaki herkes kıyametin gelişiyle bir şekilde baş ediyor. İnsanların bazıları dine yöneliyor, bazıları komplo teorilerine. Bir kısmı dünyayı artık umursamıyor, bir kısmı ise çalışmaya devam edip işi bırakanların eksiğini kapatmaya çalışıyor. Palace ise hayatını olabildiğince normal şekilde sürdürmeye çabalıyor. Hepsinin davranışları farklı olsa da hiçbiri anlamsız tepkiler değildi. Kıyamet Polisi’ndeki her karakterin gerçekten böyle bir durumda var olduğunu düşünebiliyorum. Karakterler ve yaptıkları, gerçekleşebilecek şeyler gibi hissettiriyor. Böylesine gerçekçi karakterleri olması kitabın dünyasına kendinizi kaptırmanıza sebep oluyor.
Aynı zamanda karakterlerin gerçekçiliği bana sürekli şunu düşündürdü: Bu durumda ben aynı şeyi yapar mıydım? Hepsinin davranışlarının arkasında kendilerince haklı bir sebepleri var. Hem de dünyanın sonu gelmek üzere. Bazen illegal, bazen de anlamsız davranışları da olsa, roman bana bunu sorgulatmayı başardı. Özellikle sonlarda, suç ve suçlunun kimliği açığa çıkınca, o durumda ben ne yapardım diye düşünmeden edemedim.
Yazarın Kalemi ve Serinin Devamı
Ben H. Winters, 2009’dan beri roman yazıyor ve Kıyamet Polisi yazarın altıncı kitabı. Roman, benim yazardan okuduğum ilk kitap oldu ve muhtemelen son kitap olmayacak. Winters’ın kalemi, sade ve akıcı. Okuması rahat bir dili var. Anlatım tarzı olarak fazlaca öne çıkan ya da kendine özel bir yanı yok. Fakat Kıyamet Polisi’nden anlıyorum ki yazarın ilginç fikirleri var ve bu nedenle başka kitaplarını da okumak istiyorum. Winters aynı zamanda, bir Jane Austen romanına deniz canavarları eklediği bir parodi ve Anne Karenina’nın steampunk temalı versiyonunu yazmış. Alışılmadık kombinasyonlar denediği diğer kitaplarından da belli oluyor. Kıyamet Polisi’ni de beğendiğim için yazarın daha neler düşündüğü ilgimi çekti.
Roman, aynı zamanda içinde bulunduğu üçlemenin ilk kitabı. Asıl gizem çözülse de kitabın sonunda bazı açıklanmayan ve devamı gelecek olaylar kaldı. Bu şekilde Winters, serinin devamı için merakımı korumayı başardı. Sonraki kitaplarda da benzer bir konu var. Ayrıca seri ilerledikçe asteroidin çarpma zamanı gittikçe yaklaşıyor. Bu yüzden dünyadaki kaos artıyor gibi duruyor. İkinci kitabı Gerisayım Kenti’ni ilk fırsatta okumayı planlıyorum.
Kısaca Kıyamet Polisi, her açıdan beğendiğim bir kitap oldu. Eğer orijinal fikirlerin olduğu bir roman arıyorsanız, kesinlikle tavsiye ederim. Bir yazının daha sonuna geldik. Başka yazılarda görüşmek üzere! Kitaplarla kalın!
Beğenebileceğiniz diğer içeriklerimiz:
Yazıyı burada paylaş: