Yıkıma Giden Adam, yeni akımlara ilham olmuş bilimkurgu klasiklerinden biri. Kitap hem kendi alanında yenilikler yaratmış olması hem aldığı övgülerle ilgimi çekti. Sonunda beklediğimi buldum mu emin değilim. Bugün size Yıkıma Giden Adam ile ilgili iyi ve kötü düşüncelerimi aktaracağım. İyi okumalar dilerim!
Yıkıma Giden Adam Ne Anlatıyor?
2301’e, Yirmi dördüncü yüzyılın başlangıcına gidiyoruz bu romanda. İnsanlık sürekli değişmiş, teknoloji birçok yönde gelişmiş. Gezegenler arası seyahat desen, var, tıp alanında yeni tedaviler desen, var. Teknolojinin gelişimi ne kadar çok olsa da insanlığı asıl değiştiren farklı bir yenilik: Herkesin sahip olamadığı zihin okuma yeteneği. Zihin okuyabilen insanlarla, ya da diğer isimleriyle Esperlerle, her yerde karşılaşabilirsiniz. Üç farklı seviyeleri var Esperlerin. birinci seviye en iyi olanlar, ikinci seviye bir tık daha kötü olanlar ve üçüncü seviye zihin okuma gücü en az olanlar. Birçok Esper olduğu için suç işleyen kişi sayısı oldukça az. Cinayet ise yetmiş yıldır görülmemiş bir suç. Ta ki ana karakterimiz Ben Reich katil olmaya karar verene kadar. Ben Reich, rakip şirket onunla işbirliği yapmayınca tek çözümün cinayet olduğunu düşünür. Esperlerin arasında Reich’ın planı imkansız görünse de vazgeçmeye niyeti yoktur. Hem kendi zihnindeki Yüzü Olmayan Adam ile hem Esper dedektif Powell ile mücadele ederken kendi savaşını kazanabilecek midir?
Kitabın Beraberinde Getirdiği Yenilikler
Alfred Bester, yazarlığa çizgi roman yazarak başlamış. Daha sonra roman yazmaya geçmiş ve konumuz olan Yıkıma Giden Adam onun ilk kitabı. Yazar, ilk romanı olmasına rağmen Yıkıma Giden Adam’la ilk Hugo En İyi Roman Ödülü’nü almış. Neden ödülü aldığını anlıyorum, çünkü Yıkıma Giden Adam’da döneminin diğer kitaplarında bulunmayan bazı hoş kısımlar var. Esperler arasındaki konuşmaların farklı şekillerde yazılması ve isimlerde harf dışı işaretlerin kullanması özellikle kendine has bir tat bırakıyor. Örneğin ismi ¼maine, @kins ya da Wyg& olan karakterleri görüyoruz romanda. Okunuşları konusunda başta emin olmasam da sonradan harf dışı işaretlerin İngilizce söylenişleriyle okunduğunu öğrendim, yine de ¼maine’ne “bir-bölü-dört-maine” demeyi bırakamadım. İsimlerin yazılışları gibi esperler arası konuşmaların yazım tarzı da alışılmadık. Örneğin:
bazen Ya da Yönü hem bu şekilde çapraz Okuması mi? konuşuyorlar. hem sola ilerleyerek bence sevdiniz doğru anlaşıyorlar. çok Siz de olabiliyor. eğlenceli.
Kitabı okurken en sevdiğim yanlarından biri, yukarıdaki tarzda yazılmış esperler arası konuşmalardı. Alfred Bester, bilimkurgu kitaplarında bir ilk olan farklı yazım tarzlarını kullanmasa bu kadar etki yaratan bir kitap olmazdı diye düşünüyorum. Kitapta daha fazla farklı tarzda yazı olmasını dilerdim. Yazar sadece kendi türünde yenilikler yapmakla kalmamış, Yıkıma Giden Adam siberpunk türüne ilham olan kitaplardan biri.
Peki Siberpunk Türü Nedir?
Siberpunk türüne giren hikayeler genelde yakın gelecekte geçer. Gördüğümüz gelecekte genelde yüksek teknoloji olur ve toplumun daha alt kesiminde kalan biri ana karakter olarak karşımıza çıkar. The Matrix, Ghost in the Shell, Ready Player One gibi yapımlar bu türün bazı örnekleridir. Yıkıma Giden Adam her ne kadar siberpunk’a ilham olsa da siberpunk sayılan bir roman değil. Eğer ilham olması nedeniyle ilginizi çektiyse ve bu türü seviyorsanız, yüksek bir beklentiyle başlamamanızı tavsiye ederim. Çünkü türün özelliklerini pek karşılamıyor. Tamamen siberpunk’tan farklı olmamasına rağmen o beklentiyle okumaya başlarsanız hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
Alfred Bester ve Yazamadığı Kadın Karakterler
Kitabı okumaktan çoğunlukla hoşlansam da sevmediğim yerler de olmadı değil. Yıkıma Giden Adam’da öne çıkan iki kadın karakter var ve ikisinin de Powell adlı bir karakterle ilişkileri dışında bir kişiliği yoktu. Özellikle kitaptaki Barbara D’Courtney ve Powell adlı iki karakterin ilişkisinden rahatsız oldum. Aralarındaki ilişki hakkında ne söylesem spoiler olur. Size verebileceğim en iyi açıklama, Oedipus kompleksine benzeyen durumlarından hoşlanmadığım. Bunun dışında ise var olan az sayıda kadın karakterlerden bahsederken yazar genelde ne kadar güzel olduklarından bahsediyor. Güzellikleri ve erkek karakterler ile ilişkileri dışında pek bir özelliğe sahip değiller ne yazık ki. Kitabın yazıldığı dönem yetmiş yıl öncesi olduğu için, pek beklenmedik bir durum değil. Yine de yazarın genel olarak kadınları yazış şekli beni bir noktadan sonra rahatsız etmeye başladı.
Başlangıç Kadar İyi Olmayan Bir Final
1950’lerde bilimkurgu eserlerinin birçoğu kitap olarak değil, dergilerde üç bölüm halinde çıkarmış. Benzer tarzda yazılan eserlerde de ilerlerken, özellikle sona ulaşırken, olaylar aynı güzellikle gelişemeyebiliyor. Yıkıma Giden Adam’ın sonunun tuhaf bir yere bağlamasının nedeninin yazılma tarzı olduğunu düşünmek istiyorum. Kitap belli bir noktaya kadar gayet iyi ilerlerken sonlara doğru her şey birbirine girdi. Olaylar çoğaldı ve karıştı, anlam veremediğim bilgiler eklendi hikayeye. Tabii sonunda çözümlenmesi gereken sorunlar çözüme kavuştu ama çözüme kavuşmaları bana göre çok hızlı gerçekleşmişti. Bütün parçalar birleşmesine rağmen bir şeyler havada kalmış gibi hissettirdi bana. Fakat kesinlikle çok kötü bir son olduğunu düşünmüyorum, bazı noktaların çözümüne şaşırdım ve kitaba uyuyordu. Tek sorun hızlı bitişi ve eserin başı kadar iyi olmayışı.
Sonuç olarak kitabın hem çok sevdiğim hem haz etmediğim yerleri oldu fakat genel olarak kitabı okumaktan zevk aldım. İlgi çekici bir konuya ve merak uyandırıcı bir kurguya sahipti. Eğer bilimkurgu okumayı seviyorsanız, beklentinizi yüksek tutmadığınız sürece kitap hoşunuza gidebilir. Bilimkurguya pek alışık olmayan kişilere başka eserlerden başlamalarını tavsiye ederim. Bir yazının daha sonuna ulaştık. Başka yazılarda görüşmek üzere!
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş: