Akhilleus'un Şarkısı Kitap İncelemesi

Destansı Bir Aşk Hikayesi: Akhilleus’un Şarkısı

Herkese selamlar! 2020’de pek kitap okuyamadım fakat okuduklarım arasından en çok beğendiğim, beni hüngür hüngür ağlatacak kadar güçlü bir anlatıma sahip olan Akhilleus ‘un Şarkısı ile geldim. Yıl içinde hakkında çok konuştuğum bir kitap oldu fakat kaçıranlar ve bu destansı hikayeyi yeniden dinlemek isteyenler için son bir kez karşınızdayım. Hepinize keyifli okumalar!

Doğru Bir Anlatıcı Akhilleus

Biz hikayeleri yıllarca kahramanların ağzından okuduk. Uzun bir süre boyunca da kimsenin aklına, onları kendilerinden daha iyi tanıyan birinin ağzından anlatmak gelmedi. Madeline Miller 2011 yılında Akhilleus’un Şakısı’nı anlatmak için Patroklos’u aracı olarak seçtiğinde ise büyük bir kitlenin övgüsünü topladı. Doğru bir anlatıcıdan kastım da bu işte. Hikayenin sizi etkilemesinin en büyük sebeplerinden biri olayların Patroklos tarafından anlatılması.

Eğer bu hikayeyi Akhilleus anlatıyor olsaydı, olaylar ve duygular bir yerde tıkanır kalırdı. Patroklos ise Akhilleus’a o kadar çok değer veriyor ki, onun çevresinde yaşanan her şeye ve her insana hakim. Aristos Achaion’u daha ilk görüşünden itibaren bütün doğruları ve yanlışları ile kabul ediyor anlatıcımız. O çocuksu aşkı ile başlayan serüven, hayat boyu süren üç yüz altmış sayfalık bir destana dönüşüyor.

İlk Görüş ve Patroklos Akhilleus

Patroklos’un aşkını ilk görüşü oyunlara dayanıyor kitapta. O sarı saçlı oğlan çocuğu bütün övgüleri üzerine toplarken kendi babasından ”oğul dediğin böyle olur” sözlerini işitiyor. Kral babası tarafından pek sevilmeyen Patroklos’un hayat hikayesi, saraydan sürülmesi ile devam ediyor ve kendini o sarı saçlı oğlan çocuğunun çatısı altında buluyor. Bahsettiğim sarı saçlı oğlan çocuğu hepinizin anlayabileceği üzere Akhilleus. Aristos Achaion. Dünyanın en büyük savaşçısı. Siz hangisini kullanmak isterseniz.

Patroklos’un başta saray tarafından harika karşılandığı söylenemez. Sevilmeyen ve büyük bir suç işlemiş çocuk olarak geldiği saraydan sonra, Peleus’un sarayında da işlerin pek harika gittiğini söyleyemeyiz. Fakat bir noktadan sonra Patroklos için de işler güzelleşmeye başlıyor. Akhilleus ile tanışması ve arkadaşlıklarının ilerlemesi onun için adeta bir nefes haline geliyor ama kaderi çoktan yazılmış bir kahramana aşık olmanın zorluğunu da gün geçtikçe anlamaya başlıyor. O, bütün bu duyguları açık açık dile getirmese de yazar çok güzel hissettiriyor. İyi bir hikaye bazen bunu yapmalı işte. Karakterlerin suskunluğunun altında ne olduğunu hissettirebilmeli size.

Gerçekten de Akhilleus’u tanımayacağımı mı zannetmişti? Onu yalnızca dokunarak, yalnızca koklayarak bile tanırdım; kör olsam bile nefeslerinden, ayaklarının yere vuruşundan tanırdım. Ölmüş olsam bile, dünyanın sonu gelmiş olsa bile tanırdım onu.

Akhilleus’un Şarkısı, Madeline Miller, sayfa 135

Patroklos her zaman suskun bir karakter değil. Gerektiğinde saraya, aşkına hatta tanrılara meydan okuyabilecek kadar cesur bir adam. Şartlar neyi gerektiriyorsa en mantıklı şekilde çözüme ulaşmaya kanalize olmuş. Akhilleus dışında kimse onu sevmezken kendini sevmeyi öğrenmiş bir karakter.

Yalnızca bir kişinin bile sizi sevmesinin dünyalara bedel olabileceğini Patroklos ile öğrendim. İnsan aşkı için neler yapabilir, sınırları ne kadar zorlayabilir, ölüme gitmesi gerekse gözünü kırpmadan cesaret edebilir mi böyle bir şeye? Belki kurgu ama Patroklos bütün bunların cevabını veriyor size. Hatta belki de hayatınız boyunca kimseden alamayacağınız soruların cevaplarını buluyorsunuz onda. Patroklos’la beraber arkadaşlığın, sevginin, aşkın ve tutkunun sınırlarını zorluyorsunuz O yoğun duygular arasında kendi benliğinizden sıyrılıp Patroklos oluyorsunuz ve bir noktadan sonra yüreğinizde bir yerlerde Akhilleus adını taşıyorsunuz.

Mutlu Bir Kahraman, Akhilleus

Biraz da Akhilleus hakkında konuşmak isterim. Kendisi tanrıça Thetis ile ölümlü kral Peleus’un yarı, bazı kaynaklara göre ise çeyrek tanrı oğlu. Gücü müjdelenmiş desek yalan söylemiş olmayız. Bu gücün getirdiği özgüven ve ego var biraz üzerinde. Bunları kenara bıraktığında ise içinde çok kuvvetli bir aşık var. Kitap boyunca eleştirdiğim hareketleri olsa da kendimi Akhilleus yerine koyup seçim yaptığımda onunkilere benzer seçimler yaptım. Hala saçma bulduğum ve beni çok üzen seçimleri var ama bu seçimler olmasaydı kitap böylesine etkileyici olmazdı. Bu demek değil ki eksik ya da yanlış yok. Tabii ki var. Sadece yazar, karaktere çok iyi bir yol çizdiği için görmezden gelebiliyorsunuz o kadar.

Akhilleus bazen aptal, bazen aklı başında bir aşık. Bazen halkını kurtarmak isteyen, bazen de tam tersini yapıp dünyanın en saçma kararlarını alan bir savaşçı. Çoğunlukla mutsuz ama mutlu tek kahraman olmaya söz vermiş küçük bir çocuk. Hiç bir zaman tek bir karakteri yok, o çok yönlü bir kahraman. Aslında Akhilleus hepimizden bir parça bu kitapta. Bazılarımızın en kuvvetli yanı, bazılarımızın ise kahramanlara özgü ölümcül hatası. Ne olduğu konusunda çokça yorum yapabilirim ama bir tanesinden kesinlikle eminim: her hikayede Aristos Achaion olmayı başardığı.

Sonun Başlangıcı Akhilles

Evet, her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi tabii ki bu hikayeninde bir sonu vardı. Açık konuşmak gerekirse kitap bütünü ile çarpıcıydı fakat finali bu hikayenin en ihtişamlı kısmıydı. Kitabın başta sizi yıkan fakat başka bir açıdan baktığınızda insanın içini huzurla dolduran bir finali var. Şahsen ben, finale 40-50 sayfa kala hafiften ağlamaya başladım. -hatta bu satırları yazarken gözlerim doluyor .- Son paragrafa geldiğimde ise salya sümük olmak tabirinin şekil bulmuş haliydim. Benim kadar erken ağlamaya başlamasanız da bir yerden sonra ağlayacağınıza eminim. Kitabı okuyanlarla konuştuğumda çoğundan bu yönde geri dönüş aldım. Herkes bu aşkın ve savaşın içinde kendinden bir parça bulmuş, kaybettikleri şeyler için gözyaşı dökmüştü.

Peki neden sonun başlangıcı? Ön bilgi vermek istemediğim için detaylı konuşmayacağım fakat kitabı okurken kastettiğim yere geldiğinizde bunu anlayacaksınız. Patroklos ve Akhilleus’u sona götüren olaylar nerde başlıyor, ölümcül hatalar ve yanlış kararlar nerede alınıyor hepsini anlayacaksınız. Sonun başlangıcını durdurmayı çok isteyeceksiniz. Belki sinirlenecek belki çok üzüleceksiniz fakat bahsettiğim çarpıcı finale geldiğinizde gözyaşlarınız eşliğinde aslında en iyi finali okuduğunuzu da anlayacaksınız.

Akhilleus ve Troya’ya Dair

Akhilleus’un hayatına ya da Troya Savaşı’na dair bilginiz varsa belki kitabın tadı biraz kaçabilir. Çünkü kaçınılmaz sonun ne olduğunu bilerek başlıyorsunuz kitaba ve sona yaklaştıkça da içinize içinize ağlıyorsunuz. Ben hem Akhilleus’un hayatına hem de Troya savaşına hakim bir okuyucuydum. Peki kitabın tadı kaçtı mı? Aksine, daha da arttı. Neden diye soracak olursanız cevabı çok basit. Kurgu o kadar iyi ve gerçek olmaya o kadar müsait ki aslında çok iyi bildiğiniz bir hikayeyi bu farklı yönü ile tekrar dinlemek çocuk gibi sevindiriyor insanı.

”Hem ünlü hem de mutlu ilk kahraman ben olacağım.” Elimi tuttu, avuçlarımızı birbirine dayadı. ”Yemin et.”

Akhilleus’un Şarkısı, Madeline Miller, sayfa 107

İlyada’da okuyamayacağınız ve eksik olan birçok şeyi peri masalına çevirmiş yazar. Okudukça okuyası geliyor insanın. Burayı nasıl bağlamış, şurayı nasıl değiştirmiş merakından hızlı hızlı okuyorsunuz. Kitap akıp gidiyor. Üstelik mitolojik ve efsanevi ögeler o kadar iyi kullanılmış ki mitoloji bilgisi olmayan bir okuyucu da zorlanmadan okuyabilir. Okuyucunun bilgisinin eksik olabileceği düşünülerek sözlük dahi hazırlanmış gerçi.

Ben hikayeyi hiç bilmiyorum diyenleri de duyar gibiyim. Kitabı okuyana kadar bilmeyin desem yanlış bir şey söylemiş olmam fakat her şeye hakim olmak adına kitap bittikten sonra Vikipedi sayfalarını karıştırmanız efsane ile kurguyu ayırmanızda yardımcı olacaktır. Hem şöyle düşün sevgili okur, ben bu hikayelere hakim olduğum halde bu kadar keyif aldıysam siz bu dünyanın kapıları ilk defa aralarken kim bilir neler hissedeceksiniz!

10 Yıllık Serüven

Peki okuyan herkes neden bu kadar etkileniyor? Aslında basit ama gerçekleştirmesi çok zor bir cevabı var: Emek. Yazarın söylediği kadarıyla kitabın istediği hale gelmesi, son şeklini alması yaklaşık on yıl sürmüş. “Uzun sürede yazılan kitap iyi kitaptır.” genellemesi tabii ki yapamayız fakat Akhilleus’un Şarkısı için geçerli bir tabir diyebilirim. Bu kadar iyi bir kitabın kaç yılda yazıldığını sorsanız muhtemelen dört veya beş yıl cevabını verirdim. On yıl olduğunu duyduğumda gerçekten çok şaşırdım. Çoğu yazar bir kitap için bu kadar mücadele verir miydi? Zannetmiyorum. Yazar şüphesiz iyi bir kitap yazmak istemiş. Hatta günümüze kadar gelen efsanelere olabildiğince bağlı kalmak için uzun araştırmalar yaptığını da söylüyor. Bu belki eleştirilerin odağı olmamak için, belki hayal gücünü ve enerjisini ekstra bir alana yöneltmemek için, belki de efsanelerin temel kurguyu oluşturmaya yeterli olmasından kaynaklı olabilir. Ne için olduğu çok önemli değil çünkü burada bahsetmemiz gereken çok daha önemli bir şey var, o da yazarın inancı.

Akhilleus’un ölümü. Bunu düşünmek bile ölüyormuş gibi, kapkara, kör bir gökyüzünden yere çakılıyormuşum gibi hissetmeme neden oluyordu.

Akhilleus’un Şarkısı, Madeline Miller, sayfa 166

Kitabın iyi olacağına ya da çok satacağına dair olan inancı değil, Patroklos ve Akhilleus’a olan inancı. Bu kitabın iyi olmasını sağlayan birçok unsur fakat bence en önemlisi bu: Madeline Miller’in on yıl boyunca bu dostluğa, aşka ve savaşa inanmış olması. Bu inancın getirdiği cümleleri çok iyi ayırt edebilirsiniz. Yüreğinizi burktuğu kadar içinizi kıpır kıpır edecek cümleleri de var Miller’ın. Akhilleus’un Şarkısı, herhangi bir kitapta, herhangi bir insanın söyleyemeyeceği cümleler ile donatılmış. Başından beri bahsettiğim duygu yoğunluğunun sebebinin de bu olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak yazarın inancı kitabın temelini de oluşturmuş. Onun bu hikayeye olan inancı önce Patroklos ve Akhilleus’un birbirine, daha sonra ise bir milletin kahramanına duyduğu inanca ve nicelerine dönüşmüş. Bu hikayede bazen dostluktan bazen aşktan bazen savaştan ve kazanmaktan ümidinizi keseceksiniz ama satırların arasında her zaman bir inanç ışığı olacak sevgili okur.

Son Birkaç Söz

Aslında daha konuşacak çok şeyimiz var fakat kitabı henüz okumamış okuyucularımız olabileceğini düşünerek daha fazla ayrıntıya girmiyorum. Son olarak birkaç şey söylemem gerekirse Akhilleus’un Şarkısı ile daha önce tanışmış olmayı dilerdim. Okuduğum günden beri hayatımda ve düşünce yapımda birçok değişikliğe gittim. Bir kurgu insanın hayatını bu kadar çok etkiler mi? Doğru zamanda denk geldiğinizde bu kadar etkiliyor işte. Akhilleus’un Şarkısı benim için sadece bir kitap değil aynı zamanda bir yol gösterici, harita ve pusula oldu. Elbette herkeste aynı etkiyi yaratmayabilir ama ben inanıyorum ki büyük çoğunluğun seveceği bir kitap.

Eğer kitabı okumadıysanız en kısa zamanda yanınıza bir kutu selpak alın ve sindire sindire okuyun lütfen. Kitabı okuduktan sonra bu yoruma denk geldiyseniz ise olumlu ya da olumsuz bütün görüşlerinizi benimle her zaman paylaşabilirsiniz. Benden şimdilik bu kadar sevgili okur. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın!

Kapak görselindeki çizim François Baranger tarafından çizilmiştir.

Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:

Yazıyı burada paylaş:

Kitapların kahramana dönüştüğü yer.
İnternet sitesi http://bibliyoraf.com
Yazı oluşturuldu 328

Destansı Bir Aşk Hikayesi: Akhilleus’un Şarkısı” üzerine 2 görüş

  1. nisa ne yaptın böyle?! gözümden kalpler fışkırarak okudum yorumunu. eminim ki hala okumadığım için bana şu an fazlaca kızıyorsun ama bu yorumdan sonra kızmana daha fazla fırsat vermeyeceğim. en kısa zamanda bu kitabı okumak istiyorum. içimde büyük bir merak ve kitabının sonunun bende yaratacağı yaralara dair heyecan var. muhteşem bir inceleme olmuş bu arada, değinmeden de yorumumu bitirmeyeyim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.