Karanlık ve fantastik dünyalar oluşturmakta oldukça yetenekli bir yazar olan Victoria Schwab’ın en yeni eseri Gallant okuyucularla buluşmak üzere. Yazarın mart ayında Amerika’da yayınlanacak olan romanı Gallant, Gizli Bahçe ve Crimson Peak’in genç yetişkin türüyle buluştuğu bir hikâye olarak tanımlanıyor. Biz de sizin için bu heyecan verici kitabın ön okumasını dilimize çevirdik.1 Kitabın konusu hakkında daha fazla bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.
1: Bu metin Buse Olçay tarafından Bibliyoraf.com için çevrilmiştir. Çevirmenin izni olmadan başka bir sitede kullanılamaz.
Evin Efendisi bahçe duvarında duruyordu.
Duvar, ortasında kilitlenmiş ve sürgülenmiş demir bir kapının olduğu çirkin bir beton parçasıydı. Kapı ve duvar arasında ince bir aralık vardı ve yazın buradan, rüzgâr doğru açıdan estiğinde kavun kadar tatlı ve güneşin sıcaklığı kadar uzak kokular taşırdı.
Bu gece hiç esinti yoktu.
Ay da yoktu, ama yine de adam ay ışığıyla aydınlanmıştı. Işık, eski püskü kabanının eteklerine vuruyor, derisinin altındaki kemiklerin belirginleştiği noktalarda parlıyordu.
Adam elini duvar boyunca gezdirdi; çatlaklar arıyordu. İnatçı sarmaşık dalları elini takip etti, her bir yarığı meraklı parmaklarla yokladı. Yakınlardan bir parça taş kopup yere yuvarlandı, arkasında bıraktığı boşlukta başka bir dünyanın gecesinden bir parçayı ortaya çıkardı. Bunun suçlusu olan tarla faresi telaşla dışarı çıktı ve sonra duvardan aşağıya, Efendi’nin botunun üstüne doğru koştu. Adam fareyi tek eliyle, bir yılan zarafetiyle yakaladı.
Çıtlatmak için boynunu büktü. Süt beyazı gözleri öteki tarafa kilitlenmişti. Öteki bahçeye. Öteki eve.
Elindeki fare kıvrandı, Efendi parmaklarını daha da sıktı.
başlık
“Sessiz ol,” dedi, boş odalara benzeyen bir sesle. Öteki tarafı; kuş şakımalarının yumuşak cıvıltısını, gür yaprakların arasındaki rüzgârı, uzaktaki birinin uykusunda çıkardığı sesleri dinliyordu.
Efendi gülümsedi ve kırılmış taş parçasını yerden alıp duvara, bir sır gibi beklediği yere geri yerleştirdi.
Elleriyle kafese kapattığı fare kıvranmayı bırakmıştı.
Yumruğunu açtığında fareden geriye kül ve çürüme izinden, tohum tanesi kadar büyük birkaç dişten başka hiçbir şey kalmadığını gördü.
Adam elini çevirip avucunda kalanları, orada neyin yetişeceğini merak ederek heba olmuş toprağa döktü.
1. Kısım: Okul
1.Bölüm
Yağmur, bahçe barakasının üstüne vuruyordu.
Bahçe barakası diyorlardı ama aslında Merilance arazisinde hiç bahçe yoktu ve bu yapı da pek baraka sayılmazdı. Ucuz metalle çürüyen odundan yapılmıştı ve solmuş bir bitki gibi yana eğilmişti. Zemini kullanılmayan aletlerle, kırık çömlek parçalarıyla, gizli gizli içilmiş sigaraların izmaritleriyle kaplıydı ve tüm bunların arasında, paslı karanlığın içinde duran Olivia Prior, çığlık atabilmeyi diliyordu.
Yanığın elinde bıraktığı taze kırmızı izi gürültüye dönüştürebilmeyi, mutfakta elini yakan tencereye yaptığı gibi barakayı devirmeyi, ocağı açık bırakan ve Olivia nefesini tutup tencereyi düşürdüğünde ona kıs kıs gülecek cüreti bulan Clara’ya yapmak istediği gibi duvarlara vurabilmeyi diliyordu. Alev gibi bir acı, kor gibi öfke, aşçının mahvolmuş lapa yüzünden kızması ve Clara’nın “Çok acımış olamaz, ses çıkarmadı bile,” derken büzülen dudakları…
Eğer avcu yanmıyor olsaydı; eğer aşçı, kendisini uzaklaştırmak için orada olmasaydı; eğer yaptığı şey ona bir anlık zevk ve bir haftalık cezadan daha fazlasını kazandıracak olsaydı Olivia tam o an ellerini diğer kızın boğazına sarardı. Bu yüzden onun yerine yapılabilecek en iyi ikinci şeyi yaptı: Aşçı arkasından bağırırken anıt mezar gibi bunaltıcı mutfaktan öfkeyle çıkıp uzaklaştı.
gallant
Şimdiyse bahçe barakasındaydı; alçak teneke çatıya çarpan yağmur kadar gürültü yapabilmeyi, sadece ses çıksın diye kenara atılmış küreklerden birini alıp ince metal duvarlara vurabilmeyi diliyordu. Ama biri onu duyup gelir de, bu küçük ve saklı yerde onu bulursa Olivia’nın kızlardan, müdireden ve okuldan kaçabileceği hiçbir yeri kalmazdı.
Nefesini tuttu ve ağrının dinmesini dileyerek yanmış elini serin metal barakaya bastırdı.
Baraka, aslında bir sır değildi.
Okulun arkasındaki çakıl yolun karşısında, arazinin gerisinde duruyordu. Yıllar geçtikçe bir avuç kız sigara ve içki içmek ya da öpüşmek için barakayı kendi mekânları yapmaya çalışmışlar ama yalnızca bir kere gelip bir daha asla uğramamışlardı. Barakanın tüyler ürpertici olduğunu söylerlerdi. Rutubetli toprak, örümcek ağları ve bir şey daha, sebebini bilmeseler de insanın ensesindeki tüyleri ürperten tekinsiz bir his.
Ama Olivia biliyordu.
Sebep köşedeki ölü şeydi.
Veyahut ondan geriye kalanlardı. Tam olarak bir hayalet değildi; yalnızca bir parça yırtık kumaş, bir avuç diş ve karanlıkta süzülen uykulu tek bir gözden ibaretti. Olivia’nın görüş alanının ucunda bir gümüşbalığı gibi hareket ediyor ve ne zaman dönüp baksa hızla uzaklaşıyordu. Ama eğer hiç hareket etmeden durur ve önüne bakarsa, bu şeyin elmacık kemiklerinin ya da boğazının hatlarını seçebilirdi. Bir gölge gibi hafifçe yakınına süzülür, göz kırpar ve gülümseyip Olivia’ya iç geçirirdi.
başlık gallant
Olivia, bu şeyin kemikleri ve derisi varken nasıl biri olduğunu elbette merak etmişti. Havadaki göz Olivia’nınkilerden daha yukarıda salınırdı. Bir keresinde de, bir bonenin ucuyla bir eteğin yıpranmış kenarı gözüne çarpmıştı ve belki de eskiden okulda bir mürebbiyeydi diye düşünmüştü. Artık bir önemi yoktu tabii. Şimdi Olivia’nın arkasında gizlenen bir hortlaktı yalnızca.
Defol, diye düşündü. Belki de hortlak düşüncelerini okuyabiliyordu, çünkü birden irkildi ve karanlığa geri çekilip Olivia’yı küçük çirkin barakada yalnız bıraktı.
Olivia sırtını duvara yasladı.
Küçükken burası Merilance değil de kendi eviymiş gibi davranmayı severdi. Anne ve babası daha yeni dışarı çıkmış, onu da evi temizlemesi için bırakmışlar gibi. Geri geleceklerdi tabii ki.
Ev hazır olduğunda.
Eskiden tozu ve örümcek ağlarını süpürür, kırık çömlek parçalarını bir köşeye istifler ve rafları düzenlerdi. Ama barakayı ne kadar toplarsa toplasın asla anne ve babasını geri getirecek kadar temizleyemezdi.
Yuva bir seçimdir. Bu üç kelime annesinin günlüğünde bir sayfada yapayalnız duruyor, boş satırlarla çevrili olduğu için bir bilmeceymiş gibi hissettiriyordu. Aslında annesinin yazdığı her şey çözülmeyi bekleyen bir bilmeceymiş gibi geliyordu.
Yağmur artık sertçe yağmaktan çiselemeye geçmişti. Olivia içini çekip barakadan dışarı çıktı.
Dışarıda her şey griydi.
Gri gün yerini gri geceye bırakmaya başlıyor, Merilance Kızlar Okulu’nun gri taş duvarlarını çevreleyen gri çakıl yola ince gri bir ışık vuruyordu.
“Okul” sözcüğü akla düzenli ahşap sıraları, kurşun kalemleri ve öğrenmeyi getiriyordu. Öğreniyorlardı tabii ama eğitimleri göstermelikti, daha çok pratik bilgi odaklıydı: Şömine nasıl temizlenir, nasıl somun ekmek yapılır, bir başkasının kıyafetleri nasıl onarılır, seni istemeyen bir dünyada nasıl yaşanılır… Bir başkasının evinde nasıl bir hayalet olunur…
başlık
Merilance kendine bir okul diyebilirdi ama aslında genç, vahşi ve bahtsız kızlar için bir tımarhaneydi. Öksüz kalanlar ve istenmeyenler içindi. Donuk gri bina bir mezar taşı gibi duruyordu, etrafında parklar veya uçsuz bucaksız yeşillikler yerine şehrin eteklerindeki diğer binaların kasvetli, sarkmış suratları ve duman üfleyen bacaları vardı. Arazinin etrafında duvarlar ve demir kapı yoktu, yalnızca boşta ‘gidecek yeriniz varsa tabii gitmekte özgürsünüz’ diyormuş gibi duran bir kemer vardı. Ama eğer giderseniz -ki bazı kızlar arada sırada buradan ayrılırdı- geri gelemezdiniz. Yılda bir defa, hatta bazen daha fazla, kızın biri içeri girmek için çaresizce kapıyı yumruklardı. Böylece diğerleri mutlu hayatlar ve dostane evler hakkında hayal kurmanın iyi ve hoş hissettirdiğini ama kasvetli bir mezar taşının bile sokaklardan daha iyi bir yer olduğunu anlardı.
Bazı günler Olivia’nın yine de aklı çelinirdi.
Bazı günler, çakıl yolun sınırında esneyen bir ağız gibi duran kemeri süzer ve keşke gitseydim diye düşünürdü, ya da gidebilseydim. Bir gün gideceğim.
Bir gece, mürebbiyelerin odasına gizlice girecek ve bulduğu her şeyi alıp gidecekti. Bir serseri, tren soyguncusu, kedi hırsızı veya Charlotte’un her hafta çakıl hendeğin sonunda buluştuğu oğlandan hatıra olarak aldığı ucuz dergilerdeki erkekler gibi bir dolandırıcı olacaktı. Olivia yüz tane farklı gelecek planlamıştı ama her gece burada, bir yuva olmayan ve asla olmayacak bu yerde, kalabalık bir odadaki dar yatağına giriyor ve her sabah aynı yerde uyanmaya devam ediyordu.
başlık
Olivia avlu boyunca ayaklarını sürüyerek yürüdü, ayakkabıları istikrarlı bir şekilde çakılların üzerinden kayarak ses çıkarıyordu. Gözlerini yere sabitlemiş ve herhangi bir renk arıyordu. Arada sırada, yağmur bir güzel yağdıktan sonra, birkaç parça yeşillik çakılların arasından baş gösterir veya inatçı, parlak yosunlar kaldırım taşına yapışırdı; ama bu cüretkâr renkler eninde sonunda solup giderdi. Olivia’nın gördüğü tek çiçek müdirenin odasındakilerdi ama onlar bile sahte ve solmuşlardı, ipek yaprakları tozdan grileşeli çok olmuştu.
Yine de okulun etrafından dolaşıp aralık bıraktığı yan kapıya ilerlediği sırada gözüne bir sarılık ilişti. Küçük ve çelimsiz bir tomurcuk taşların arasından uzanmıştı. Olivia, bacaklarına batan çakılları umursamadan dizlerinin üzerine çöktü ve baş parmağıyla ufak çiçeği şefkatle okşadı. Çakıl yolu ezen ayak sesini ve bir mürebbiyenin geldiğinin habercisi olan tanıdık etek hışırtısını duyduğu sırada çiçeği koparmak üzereydi.
Bir zamanlar beyaz olan elbiseleri ve bir zamanlar beyaz olan kemerleriyle tüm mürebbiyeler aynı görünüyordu. Ama aynı değillerdi. Mürebbiye Jessamine’nin limon yalamış gibi duran küçük, gergin bir gülümsemesi vardı; Mürebbiye Beth’in çukur gözleri ve göz torbaları, Mürebbiye Lara’nın ise düdüklü çaydanlık kadar ince ve iniltili bir sesi.
Bir de Mürebbiye Agatha vardı.
gallant
Öfkeden nefes nefes kalmış halde “Olivia Prior!” diye kükredi. “Ne yaptığını sanıyorsun?”
Olivia bir işe yaramayacağını bildiği halde ellerini kaldırdı. Mürebbiye Sarah’nın ona işaret dilini öğretmesi çok iyi olmuştu, ancak sonra Mürebbiye Sarah okuldan ayrılmıştı ve başka kimse de işaret dili öğrenmeye çalışmamıştı.
Şimdi Olivia’nın ne dediğinin hiçbir önemi yoktu. Kimse nasıl dinleyeceğini bilmiyordu.
Agatha gözlerini ona dikmişken elleriyle kaçışımı planlıyorum dedi ama işaretlerin daha yarısındayken mürebbiye sabırsızlıkla kendi elini savuşturdu.
Sanki Olivia duymakta güçlük çekiyormuş gibi “Yazı-tahtan-nerede?” diye yüksek sesle ve yavaşça sordu. Duymakta zorluk çekmiyordu oysa. Yazı tahtasına gelince, boynuna asabilsin diye tutuşturulmuş küçük bir iple birlikte Olivia’ya verildiği ilk günden beri kilerde bir sıra reçel kavanozunun arkasında sıkıştırılmış duruyordu.
“Eee?” diye diretti mürebbiye.
Olivia başını sağa sola salladı ve yağmur anlamına gelen en basit işareti mürebbiye görebilsin diye birçok kez tekrarladı ama Agatha yalnızca dilini şaklattı ve Olivia’nın bileğini yakalayıp onu içeri sürükledi.
başlık
“Mutfakta olman gerekiyordu,” dedi mürebbiye, Olivia’yı koridorda yürütürken. “Çoktan akşam yemeği saati geldi ve sen yemeğe hiç yardım etmedin.” Oldukları yere kadar yayılan kokuyu aldığından, işe bakın ki yine de yemek hazır diye düşündü Olivia.
Kızların seslerinin yükseldiği yemekhaneye varmışlardı ama mürebbiye onu iterek kapılardan geçirmeye devam etti.
“Yardım etmeyenler ödüllendirilmez,” dedi mürebbiye, sanki bu söz Merilance mottosuymuş ve şimdi uydurduğu bir şey değilmiş gibi. Söylediğinden hoşnut bir halde kendini başını sallayarak onayladı. Olivia onun bu sözü bir kırlente işlediğini hayal edebiliyordu.
İki düzine küçük rafın yanında kibrit çöpleri gibi ince ve beyaz iki düzine yatağın olduğu yatakhaneye vardılar. Yatakların hepsi boştu.
“Yatağa,” dedi mürebbiye, hava daha aydınlık olduğu halde. “Belki,” diye ekledi, “bu zamanı bir Merilance kızı olmanın ne anlama geldiğini düşünerek değerlendirirsin.”
Olivia kırık cam parçaları çiğnemeyi yeğlerdi, ama yine de başıyla onayladı ve pişman görünmek için elinden geleni yaptı. Başını öne eğip selam bile verdi; ama bu sadece Olivia’nın dudaklarının minik, asi bir gülümsemeyle kıvrıldığını mürebbiyenin görmemesi içindi. Yaşlı bunağın üzgün olduğunu varsayması daha iyiydi.
başlık
İnsanların Olivia hakkında bir sürü varsayımları vardı.
Çoğu yanlıştı.
Mürebbiye uzaklaştı, belli ki akşam yemeğini kaçırmak istemiyordu. Olivia yatakhaneye girdi, uzaklaşan eteğin hışırtısını dinlerken ilk yatağın ucunda biraz oyalandı. Agatha tamamen gider gitmez yatakhaneden çıktı ve koridor boyunca sıvışıp köşeden mürebbiyelerin odalarının olduğu yere ulaştı.
Her bir mürebbiyenin kendi odası vardı. Kapıları kilitlenmişti; ama kilitler eski ve basitlerdi, anahtar dişleri yalın tepelerden ibaretti.
Olivia cebinden sağlam bir tel çıkardı. Agatha’nın anahtarının şeklini hatırlıyordu, dişleri büyük E gibiydi. Birazcık uğraştırdı ama sonunda kilit tıkırdadı ve kapı düzenli, küçük bir yatak odasına açıldı. Oda üzerlerine kısa sloganlar işlenmiş yastıklarla doluydu.
Tanrı’nın lütfu sayesinde buradayız.
Her şeyin bir yeri var ve her şey kendi yerinde.
Düzenli bir ev, rahat bir kafa demektir.
başlık
Yatağın etrafında yürürken parmaklarını işlenmiş sözcüklerin üzerinde gezdirdi. Pencere pervazına ufak bir ayna yerleştirilmişti ve önünden geçerken Olivia’nın gözü kömür siyahı saçlara ve solgun yanaklara çarpınca birden irkildi. Ama bu sadece kendi yansımasıydı. Soluk. Renksiz. Merilance Hayaleti. Diğer kızlar ona böyle seslenirlerdi, yine de seslerinde Olivia’yı memnun eden bir tekleme olurdu ve biraz da olsa korku. Olivia aynada kendine baktı. Gülümsedi.
Agatha’nın yatağının yanındaki ahşap dolabın önünde dizlerinin üstüne çöktü. Lara’nın sigaraları, Jessamine’nin limonlu şekerleri ve Beth’in ucuz öykü dergileri vardı. Peki Agatha’nın? Eh, onun da bir sürü şeyi vardı: Üst çekmecede bir konyak şişesi duruyordu ve Olivia altında bir kutu pudra şekerli kurabiye bulmuştu. Ayrıca bir kese kâğıdı dolusu, renkleri gün batımı kadar parlak mandalinalardan da buldu. Pudra şekerli kurabiyelerden üç tane, meyvelerden de bir tane aldı ve akşam yemeğinin keyfini çıkarmak için sessizce boş yatakhaneye geri döndü.
Kapak görselindeki illüstrasyon @oblivionsdream tarafından çizilmiştir.
Bu yazının redaktörlüğünü Aydan Yalçın yapmıştır.
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Gallant
Sabah kalktım. Bugün yine çok geç kaldım. Saçımı yaptım. Güneş parlak harika. Dışarı çıktım. Arkadaşlar beni bekler. Bugün okul yok. Bir şeyler bulmam lazım. Derdim tasam yok. Sokaklarda dolaşmak. Annemlerden çok uzak kaldım. Sabah kalktım. Bugün yine çok geç kaldım. Saçımı yaptım. Güneş parlak harika. Dışarı çıktım. Arkadaşlar beni bekler. Bugün okul yok. Bir şeyler bulmam lazım. Derdim tasam yok. Sokaklarda dolaşmak. Annemlerden çok uzak kaldım.
Gallant Gallant Gallant Gallant Gallant Gallant Gallant Gallant Gallant Gallant Gallant Gallant
Sabah kalktım. Bugün yine çok geç kaldım. Saçımı yaptım. Güneş parlak harika. Dışarı çıktım. Arkadaşlar beni bekler. Bugün okul yok. Bir şeyler bulmam lazım. Derdim tasam yok. Sokaklarda dolaşmak. Annemlerden çok uzak kaldım. Sabah kalktım. Bugün yine çok geç kaldım. Saçımı yaptım. Güneş parlak harika. Dışarı çıktım. Arkadaşlar beni bekler. Bugün okul yok. Bir şeyler bulmam lazım. Derdim tasam yok. Sokaklarda dolaşmak. Annemlerden çok uzak kaldım.
Ama fakat lakin. Ancak ve ancak. Çünkü ama fakat. Lakin ve yalnız. Mademki. De ile veya. Ya da ve. Ancak ve ancak. Fakat ve lakin. Ama fakat lakin. Ancak ve ancak. Çünkü ama fakat. Lakin ve yalnız. Mademki. De ile veya. Ya da ve. Ancak ve ancak. Fakat ve lakin. Ama fakat lakin. Ancak ve ancak. Çünkü ama fakat. Lakin ve yalnız. Mademki. De ile veya. Ya da ve. Ancak ve ancak. Fakat ve lakin.
başlık
Sabah kalktım. Bugün yine çok geç kaldım. Saçımı yaptım. Güneş parlak harika. Dışarı çıktım. Arkadaşlar beni bekler. Bugün okul yok. Bir şeyler bulmam lazım. Derdim tasam yok. Sokaklarda dolaşmak. Annemlerden çok uzak kaldım. Sabah kalktım. Bugün yine çok geç kaldım. Saçımı yaptım. Güneş parlak harika. Dışarı çıktım. Arkadaşlar beni bekler. Bugün okul yok. Bir şeyler bulmam lazım. Derdim tasam yok. Sokaklarda dolaşmak. Annemlerden çok uzak kaldım.
Ama fakat lakin. Ancak ve ancak. Çünkü ama fakat. Lakin ve yalnız. Mademki. De ile veya. Ya da ve. Ancak ve ancak. Fakat ve lakin. Ama fakat lakin. Ancak ve ancak. Çünkü ama fakat. Lakin ve yalnız. Mademki. De ile veya. Ya da ve. Ancak ve ancak. Fakat ve lakin. Ama fakat lakin. Ancak ve ancak. Çünkü ama fakat. Lakin ve yalnız. Mademki. De ile veya. Ya da ve. Ancak ve ancak. Fakat ve lakin.