Ön Okuma: Blackout

Ön Okuma: Blackout

Yurtdışında geçtiğimiz haziran ayında çıkan Blackout, okurlar tarafından çok sevilmişti. Hatta o kadar çok sevilmişti ki yayımlanmasının üzerinden daha bir ay ile geçmeden eski ABD başkanı Barack Obama ve Michelle Obama çifti tarafından diziye uyarlanacağını öğrendik. 2021 sonunda ise Yabancı Yayınları kitabı bu yıl içerisinde yayımlayacağını açıklamıştı.

Ekibimizden Buse Olçay da sizin için kitabın ön okumasını dilimize çevirdi.1 Adından da anlaşıldığı gibi Blackout, New York’ta meydana gelen bir elektrik kesintisini konu alıyor. Ana karakterleri siyahi olan bu kitap, yakalayanlar için bizce çok güzel bir kelime oyunu yapmış. Karanlıkta sorunlarıyla daha kolay baş edebileceklerini düşünen ana karakterlerimiz bakalım aşklarının ve arzularının peşinden koşabilecek mi?

1: Bu metin Buse Olçay tarafından Bibliyoraf.com için çevrilmiştir. Çevirmenin ve Bibliyoraf’ın izni olmadan başka bir sitede kullanılamaz.

Uzun Yürüyüş

Sahne 1

Tiffany D. Jackson

Harlem, öğleden sonra 5:12

Gözlerim karanlığa alışmaya çalışırken, ellerimi önümde sallayarak bağırdım. “Hey! Neler oluyor?” Bir şey sertçe bana çarpınca çığlık attım.

“Tammi?” Sesi çok uzaktan, gürültüyle karışık geliyordu.

“Kareem,” diye bağırmak istedim ama ismi boğazımda düğümlendi.

Telefon flaşları, serpilen sahne ışıkları gibi parladı. Ardından bir klik sesi daha geldi. Işık vardı ama eskisi kadar parlak değildi. Acil durum ışıklarıydı, yaklaşık her üç metrede bir tane olmasına rağmen ofisin büyük bir kısmını karanlıkta bırakıyordu. Bekleme alanın karşısında Kareem arkasına döndü, gözleri beni bulunca çok emin olmasam da bana rahatlamış gibi geldi. Ofis kapıları açıldı, tuğla bir binaya bakan az sayıdaki dar pencerelerden loş gün ışığı içeri sızdı.

Beş dakikalık telaşlı bir itip kakışmadan sonra Maureen “Binayı boşaltıyoruz millet!” diye bağırdı.

“Emin misiniz?” diye sordu resepsiyon görevlisi.

Blackout

“Bina eski. Jeneratörün daha ne kadar dayanacağından emin değilim. Herkes dışarı! Flaşlarınızı kullanın ve merdivenlerden inin!”

Kareem’le hiçbir şey demeden kalabalığı kapıdan dışarıya, parlak kırmızı bir çıkış levhasına doğru koridor boyunca takip ettik.

Merdivenler insan doluydu, tüm bina aynı yolu seçmişti. Kalbim hızla atmaya başladı.

Belki de bu bir tür yangın tatbikatıydı ya da biri öğle yemeğini yakmıştı.

Dışarıda sokaklar binalardan dışarı akın eden insanlarla doluydu. İnsanlar kaldırımları istila etmiş, hepsi bir ağızdan şaşkın bir şekilde telefonda konuşuyorlardı. Sıcaklık, nem, paniklemiş sesler ve batan güneş karmaşası karşısında nefesim kesildi. Bir şeyler oluyordu.

Metro durağına yakın köşede duran bir adama, “Neler oluyor?” diye sordum. “Saldırıya… falan mı uğruyoruz?”

Bu soruyu sormak bile kusmak istememe sebep olmuştu.

Telefonunu kurcalarken, “Bir çeşit elektrik kesintisi,” dedi adam. “Tüm şehri etkilemiş.”

Kareem, “Ne? Tüm şehri mi?” diye sordu. Hala yanımda olduğunun farkında bile değildim.

Telefonumu bulup çıkardım ve annemi aradım. İkinci çalışta cevap verdi.

“İyisin di mi?” diye sordu. Abimle ablamın arkada tartıştığını duyabiliyordum.

“Evet, iyiyim. Burada elektrik gitti.”

“Evet, burada da. Neredesin?”

“Apollo’nun dışındayım… Kareem’le.”

blackout

Annem şaşkınla iç çekti. “Orada… seninle mi?”

“Evet. Ben, şey, sonra açıklarım.”

“Vayyy. Tamam. Eve olabildiğince erken gel.”

“Geleceğim. Yakında görüşürüz.”

“Kendine dikkat et, Tammi.”

Babama mesaj atıp iyi olduğumu haber verdim. Tur otobüsü bir yerde trafiğe yakalanmış olmalıydı. Küçük kardeşim Tremaine’nin nerede olduğuna dair ise hiçbir fikrim yoktu. Büyük ihtimalle bir yerlerde fotoğraf çekiyordu. En azından kendi başının çaresine bakabileceğini biliyordum. Daha fazla insan sokağa doluştu. Ailem güvendeydi ama ben öyle miydim? Kimsenin neler olduğuna veya elektriğin neden kesildiğine dair bir fikri yokmuş gibi görünüyordu. Şehir saldırı altında olabilirdi ve hiçbirimizin ruhu bile duymazdı!

“Hey,” dedi Kareem. Yanımda durduğunu neredeyse unutmuştum. “Şey, telefonunu kullanabilir miyim?”

“Neden?” diye çıkıştım.

blackout

“Annemleri aramam lazım ama benimkinin şarjı bitmek üzere.”

Telefonu eline yapıştırdım. “Ara bakalım.”

Kafasını sallayıp numaraları tuşladı. Aslında buna gerek yoktu, annesi hâlâ rehberimde kayıtlıydı.

“Hayır, anne, benim,” dedi. “Evet. Evet, uzun hikâye. Neyse, orada da elektrik gitti mi? Öyle mi? Hadi be, burada da. Tamam, yoldayım. Evet, biliyorum, deneyeceğim. Tamam mı? Görüşürüz.”

Aramayı sonlandırıp telefonu geri verdi. “Bedava dakikalarını esirgemediğin için sağ ol.”

İroni yapamayacak hale gelene kadar ağzına vurmak istiyordum ama sonra Maureen’i gördüm.

“Ah, hey! Bayan Maureen!” Maureen kaldırım kenarında beklerken kalabalığın arasından ona doğru ilerledik.

“Çocuklar, özür dilerim, şu an uygun bir zaman değil; yoklama alıyorum,” dedi bize bakmadan. “Siz ikiniz eve gidin. Bu şeyin daha ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Pazartesi gelirsiniz, tamam mı?”

“Ama,” diye başladım. “Bize pozisyonu kimin kaptığını söylemediniz. Hangimiz geri gelmeli?”

“Şu an gerçekten uygun bir zaman değil,” dedi sinirle. “Kusura bakmayın ama şu an herkesin burada olduğundan emin olmalıyım. Elektrikler geri geldiğinde, size haber vereceğim, tamam mı? Dikkatli gidin!”

Ben onu durdurma fırsatı bulamadan hızla yürüyüp uzaklaştı.

Ellerimi havaya kaldırarak, “İnanamıyorum buna,” dedim. “Bütün hafta sonu bekleyecek miyiz yani?”

“Endişelenecek daha büyük şeylerimiz olduğunu düşünüyorum,” dedi Kareem elini uzatarak. “Telefonunu versene yine.”

“Bu sefer niçin?”

başlık

“Yuh, acil bir durumun ortasındayız ve sen bunu mu soruyorsun?”

“Öf! Tamam! Tüm şarjımı bitirme yeter.”

Aramadan önce bir numaraya bakmak için telefonunu kontrol etti. “Hey hey, Twig, ne var ne yok kanka? Yok… arkadaşımın telefonundan arıyorum. Benimki tamamen mefta oldu, T.”

Twig mahalledeki komşularımızdan biriydi. Uzun, ince ve fidan gibi cılızdı. Kareem neden onu arıyordu? Şarjımı harcayacak kadar önemli olan şey neydi?

“Evet, tüm şehirde elektrik gitmiş. Manyak bir şey,” dedi. “Bu gece ne var? Evet? Harbi mi? Peki, inandım. Görüşürüz.”

Telefonumu geri uzattı ve cüzdanını çıkardı. “Ne kadar paran var?”

“Neden?”

Oflayıp elini ilerideki durağa doğru salladı. “Çünkü hiç elektrik yoksa, metro da yok demektir. Taksiye binmemiz gerek.”

Hay aksi, haklıydı. Metro çalışmayacaktı ve ben karanlıkta o tünellerde olmayı kesinlikle istemiyordum.

blackout

Cüzdanındaki nakit parayı saydı. “Yirmiliğim var. Sende?”

Yalnızca beş dolarım vardı.

“Bu bizi eve götürmeye yetmeyecek,” dedi. “Trafik ışıkları olmadan bile on blok götürse şanslıyız.”

“Şey, sokağın diğer tarafında bir banka var,” diye önerdim. “Kredi kartımı kullanabilirim.”

“Elektriklerin olmaması ATM’lerin de çalışmadığı anlamına gelir.”

“Lanet olsun,” diye mırıldandım. “Ne yapacağız?”

Neden ona sorduğumu bilmiyordum. Büyük ihtimalle etrafta başka kimse olmadığı ve göğsümde büyüyen paniğe rağmen sakin kalmaya çalıştığım içindi.

Yukarı, sokak tabelasına doğru bakıp derin bir nefes aldı. “Tamam. Hadi yapalım.”

Yürümeye başladı ve ben de peşine düştüm.

“Nereye gidiyorsun?”

“Eve. Başka nereye olacak?”

“Ama nasıl?”

Omuz silkti. “Yürüyerek.”

“Yürüyerek! Buradan mı?”

blackout

“Daha iyi bir fikrin var mı?”

“Burası resmen ölesiye uzak! Yürümek günler sürer!”

Kaşlarını çattı. “Saçmalamayı bırak. Bronx’ta falan değiliz.”

Sokak tabelasına baktım. 125. Cadde’den Brooklyn’e geri yürümek mi istiyordu? Bronx’ta olsaydık da bir şey değişmezdi.

“Peki,” dedim el sallayarak. “Görüşürüz o zaman.”

“Ne demek istiyorsun? Sen de benimle geliyorsun.”

“Nah geliyorum!”

“Bak, bu kesintinin daha ne kadar süreceğini bilmiyoruz ama öğrenmek için beklemeyeceğim. Saat beş buçuğu geçti, hava karardıktan sonra burada olmak istemiyorum. Senin hiç paran yok, benim de telefonum yok. Bu yüzden eve varana kadar birlikte kalmak zorundayız. Eve vardıktan sonra benden nefret etmeye falan devam edebilirsin.”

Ama ben ondan nefret ettiğimi hiç söylememiştim ki! Yani, sesli bir şekilde.

Etrafıma göz gezdirirken seçeneklerimi değerlendirdim. Belki de elektrikler o kadar uzun süre kesik kalmazdı. Belki birkaç dakika, en fazla bir-iki saat daha sürerdi sadece. Ama ya Kareem haklıysa? Ya düzelmesi tüm gece sürerse ve burada mahsur kalırsak?

başlık

“Frederick Douglass Kavşağı’ndan Batı Central Park’a geçelim,” dedi Kareem.

Belediye çalışanları durağın girişine şerit çekiyorlardı. Karanlıkta… farelerle mahsur kalmış kaç kişi olduğunu merak ettim. Sadece düşüncesi bile ellerimin titremesine sebep olmuştu. Ama daha korkunç şeyler de vardı… özellikle bir tanesinden çaresizce uzak durmaya çalışıyordum.

“Geliyor musun gelmiyor musun?” diye çıkıştı Kareem.

Batan güneşe karşı iç çekip Kareem’in olduğu yöne doğru ilk adımımı attım.

Bu yazının redaktörlüğünü Aydan Yalçın yapmıştır.

Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:

Yazıyı burada paylaş:

Kitapların kahramana dönüştüğü yer.
İnternet sitesi http://bibliyoraf.com
Yazı oluşturuldu 328

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.