Ön Okuma: Peri Halkı'na Geri Dönüş The Stolen Heir

Ön Okuma: Peri Halkı’na Geri Dönüş The Stolen Heir

Genç yetişkin fantastik türünün sevilen yazarlarından Holly Black, kısa bir aranın ardından Peri Halkı dünyasına geri döndü. Aynı isimli ikilemenin ilk kitabı olan The Stolen Heir 3 Ocak’ta hayranları ile buluştu. Dex Yayınları’nın haberine göre de kitap bu yıl içerisinde dilimize çevrilecek.

Ekibimizden Sude Süne ise sizler için kitabın ön okumasını dilimize çevirdi.1 İyi okumalar!

1: Bu metin Sude Süne tarafından Bibliyoraf.com için çevrilmiştir. Çevirmenin ve Bibliyoraf’ın izni olmadan başka bir sitede kullanılamaz.

the stolen heir

Prolog

Yoldan geçen biri, sokağın soğuk betonuna oturmuş, kedi mamasının ambalajıyla oynayan küçük bir çocuk bulmuştu. Hastaneye götürülene kadar kaburgaları soğuktan maviye bürünmüştü. Çocuk, neredeyse zayıflıktan kurumuş, çubuklardan yapılmış gibi gözüküyordu.

Tek bir kelime biliyordu ve o da ismiydi. Wren.

Büyüdükçe derisi, yağsız sütün rengini andıran hafif mavimsi bir dokuya büründü. Koruyucu ailesi onu ceketler, kabanlar ve eldivenlerle sarıp sarmaladı ancak kız kardeşinin aksine o hiç üşümüyordu bile. Dudaklarının rengi bir his yüzüğü gibi değişiyor, yazın bile mavimsi bir mor tonlarında kalıp, sadece ateşin yakınındayken pembeye bürünüyordu. Saatlerce karda oynayıp, özenle kardan tüneller kazıp, buz sarkıtlarıyla dövüşler yapabiliyordu. Çağırılana kadar da eve girmiyordu.

Anemik ve bir deri bir kemik görüntüsüne rağmen güçlüydü. Sekiz yaşına geldiğinde, onu evlatlık edinen annesinin taşımakta zorlandığı market poşetlerini kaldırabiliyordu.

Dokuz yaşına geldiğinde ise ortalıktan kayboldu.

***

the stolen heir

Wren çocukluğunda bir sürü peri masalı okumuştu. İşte bu yüzden, canavarlar geldiğinde, bunun sebebinin yaramaz olmasından kaynaklandığını biliyordu.

Canavarlar, pencere pervazını yukarı itip sineklik telini öyle sessizce keserek içeri girdiler ki Wren, en sevdiği peluş tilkiye sarılarak uyumaya devam etti. Sadece, ayak bileğine dokunan pençeleri hissettiğinde uyandı.

Daha ilk çığlığı dudaklarının arasından çıkamadan, parmaklar ağzını kapadı. Tekmelemek için ayağını kaldıramadan, bacakları yatağa bastırıldı.

“Seni bırakacağım,” dedi tanımadığı bir aksana sahip olan sert bir ses. “Ama eğer evin içindeki herhangi birini uyandırırsan, buna pişman olacağına emin olabilirsin.”

Bu da bir peri masalı gibiydi. Wren’in, tanımadığı bir sese sahip canavarın kurallarını çiğnemeye daha tedbirli yaklaşmasına sebebiyet veren şey de buydu. Kalbi göğsünden çıkıp sesini annesine ulaştıracak kadar şiddetli bir şekilde atmaya devam etse de, onu serbest bıraktıklarında dahi sessiz ve hareketsiz kaldı.

Bencil tarafı, bunun olmasını diledi. Annesinin gelip ışıkları yakarak canavarları kovmasını istedi. Eğer annesini uyandıran kalbinin gümbürtüsü olsaydı, yine de kurallarını çiğnemiş olur muydu?

“Otur,” diye emir verdi canavarlardan biri.

Wren, uysalca dediğini yaptı. Ama titreyen parmakları, peluş tilkisini çarşaflarının içine gömdü.

Yatağının yanında duran üç yaratığa bakmak, kontrolsüzce titremesine neden oldu. İki tanesi uzun, taş grisi bir tene sahip, zarif yaratıklardı. İlki, soluk saçlarının üzerine sivri obsidyenlerden bir taç takmış, gümüş rengi kumaştan yapılmış pelerini etrafında dalgalanan bir kadındı. Güzeldi, ancak dudaklarındaki acımasız ifade Wren’i ona güvenmemesi konusunda uyarıyordu. Adam da siyah bir taç ile kadının üzerindekilerle aynı gümüş kumaştan giysileri giymişti. İkili, tıpkı bir satranç tahtasındaki parçalarmış gibi uyumlu gözüküyordu.

the stolen heir

Yanlarında, mantar gibi soluk tenli, cılız, vahşi siyah saçlara sahip bir yaratık daha vardı. Ancak en dikkat çekici olan şey, yaratığın uzun, pençeye benzeyen parmaklarıydı.

“Sen bizim kızımızsın.” dedi gri tenli canavarlardan biri.

“Bize aitsin.” diye girdi araya öteki. “Seni biz yaptık.”

Biyolojik ebeveynleri biliyordu. Kız kardeşinin de sahip olduğu, ara sıra ziyarete gelen, yanlarında donutlar, hediyeler ve bazen de büyükanne ile büyükbabasını getiren, onun gibi görünen iyi insanlardı.

O da gerçek ebeveynleri olmasını dilemişti ancak dileğinin böylesine korkunç bir kâbus meydana getireceğini aklının ucundan dahi geçirmemişti.

“Pekâlâ,” dedi taçlı kadın. “Söyleyecek bir şeyin yok mu? Majestelerinin karşısında dilin mi tutuldu?”. Pençe parmaklı yaratık, kaba bir homurtu çıkardı.

“Öyledir herhalde,” dedi adam. “Bütün bunlardan kurtulduğun için nasıl da minnettar olacaksın değiştirilen çocuk. Kalk. Hareketlen.”

“Nereye gidiyoruz?” diye sordu Wren. Korkuyla parmaklarını sıkıca çarşafına geçirdi; sanki çarşafı yeterince sıkarsa şu an yaşanılanlardan kurtulup eski yaşamına tutunabilirmiş gibi.

“Kraliçesi olman gereken yere gidiyoruz; Faerie’ye.” dedi kadın, sesinde ikna edici olması gereken bir hırlamayla. “Hiç, birinin sana gelip, ölümlü bir çocuk değil de büyü ile yaratılmış biri olduğunu söylemesini hayal etmedin mi? Hiç bu acınası hayatından kurtulup da uçsuz bucaksız büyüklükteki bir dünyaya götürülmek istemedin mi?”

başlık

Wren, bunları istediğini inkâr edemedi. Kafasını salladı. Gözyaşları boğazının gerisini yaktı. Yanlış yaptığı şey işte tam olarak buydu. Keşfedilen, kalbinin arkasındaki yaramazlık buydu. “Duracağım.” diye fısıldadı.

“Ne?” diye sordu adam.

“Eğer bir daha böyle şeyler dilememeye söz verirsem, kalabilir miyim?” diye sordu, titreyen bir sesle. “Lütfen?”

Kadının eli Wren’in yanağına öyle sert bir hızla çarptı ki, çıkan ses gök gürlemesi gibiydi. Yanakları acıdı, her ne kadar gözlerinde yaşlar birikse de onların düşmesine izin veremeyecek kadar şaşkın ve kızgındı. Daha önce hiç kimse ona vurmamıştı.

“Sen Suren’sin.” dedi adam. “Ve biz senin yaratıcılarınız. Anne ve babanız. Ben Lord Jarel ve o da Lady Nore. Bize eşlik eden de Bogdana, fırtına cadısı. Şimdi gerçek ismini öğrendiğine göre, izin ver de sana gerçek yüzünü göstereyim.”

Lord Jarel bir yırtma hareketi yaparak ona uzandı. Ve orada, yüzünün altında, şifonyerinin üzerindeki aynaya yansıyan, canavar benliği vardı. Yağsız süt rengindeki derisi, yüzüne gömülü damarlarla aynı renk olan soluk mavi ete dönüşüyordu. Dudaklarını araladığında sivri köpek dişlerini gördü. Sadece, aynada ona bakan korku dolu gözleri aynı yosun yeşili tondaydı.

Benim adım Suren değil, demek istedi. Ve bu bir aldatmaca. Bu ben değilim. Ve her ne kadar bu kelimeleri aklından geçirse de, Suren’in kendi ismine ne kadar da benzediğini fark etmişti. Su-ren. Ren. Wren. Bir çocuğun kısaltılan ismi.

başlık

Değiştirilen bir çocuğun.

“Kalk,” dedi bıçak kadar uzun tırnakları olan devasa yaratık, ona gittikçe daha da yakınlaşırken. Bogdana. “Sen buraya ait değilsin.”

Wren, evdeki sesleri dinledi. Isıtıcının sesi, rüyasında koşan aile köpeğinin tırnaklarının parkede bıraktığı uzaktan gelen o ses… Her bir sesi ezberlemeye çalıştı. Gözyaşları ile buğulanan bakışları, raflarındaki kitapların isimlerinden, oyuncak bebeklerinin cama benzeyen gözlerine kadar odasındaki her şeyi hafızasına kazıdı.

Peluş tilkisinin sentetik kürkünü bir son bir kez daha sevdi ve onu çarşafına bastırarak derinlere gömdü. Burada kalırsa güvende olurdu. Ürpererek yataktan indi.

“Lütfen,” dedi yeniden.

Zalim bir gülümseme, Lord Jarel’in yüzünün kenarını kapladı. “Ölümlüler artık seni istemiyor.”

Wren kafasını iki yana salladı. Çünkü bu gerçek olamazdı. Anne ve babası onu gerçekten seviyordu. Annesi sandviçlerinin kenarlarını keser, onu güldürmek için burnunun ucunu öperdi. Babası film izlemek için onunla koltukta kıvrılır, uyuduğunda da onu kucağına alarak yatağına taşırdı. Onu sevdiklerini biliyordu. Yine de Lord Jarel’in böyle emin konuşması onu dehşete sürüklemişti.

“Eğer onlarla kalmanı istediklerini kabul ederlerse,” dedi Lady Nore, sesi ilk defa yumuşak bir tondaydı, “o zaman kalabilirsin.”

Wren koridora çıktığında kalbi çılgınca çarpıyordu. Sanki bir kâbus görmüş gibi ailesinin odasına koştu. Yere sürten ayaklarının ve düzensiz nefeslerinin sesi onları uyandırdı. Babası doğruldu, irkilirken, bir kolunu korumak istercesine, Wren’e bakarak çığlık atan annesinin üzerine gerdi.

Wren “Korkma,” dedi yatağın yanına ilerleyip battaniyeyi küçük yumruklarıyla ezerken. “Benim, Wren. Bana bir şey yaptılar.”

başlık

“Uzaklaş canavar!” Babası adeta kükredi. Sesi, onu geri geri şifonyere itecek kadar korkutucuydu. Daha önce babasının hiç böyle bağırdığını duymamıştı. Özellikle de ona.

Gözyaşları yanaklarından aşağı bir yol çizdi. “Benim,” dedi tekrardan, sesi güçsüzdü. “Senin kızın; beni seviyorsun.”

Oda her zaman olduğu gibi gözüküyordu. Soluk bej rengi duvarlar, iki kişilik yataklarının beyaz yorganını kirleten kahverengi köpek tüyleri, sanki biri atarken ıskalamış gibi gözüken sepetin yanındaki havlu. Kaloriferin ve makyaj temizlemek için kullanılan kremlerin petrolümsü kokusu. Ama sanki bu, her şeyin korkunç bir hale geldiği, dev aynası versiyonuydu.

Alt kattaki köpekleri, çaresiz bir uyarıyla havladı.

“Ne bekliyorsun? Çıkar şu şeyi şuradan,” Babası, Lord Jarel ve Lady Nore’a sanki onlardan daha farklı bir şey, yetkili bir insan görüyormuş gibi bakarken adeta gürledi.

Wren’in kız kardeşi gözlerini ovalayarak koridora geldi. Çığlık yüzünden uyandığı çok açıktı. Okulda ona kimsenin zorbalık yapmaması için uğraşan, hiç kimsenin küçük kız kardeşine izin verilmezken onu panayıra götüren Rebecca elbette ona yardım ederdi. Ama Wren’i görünce Rebecca dehşete düşmüş gibi bir çığlık attı ve yatağa atlayarak kollarını hızla annesine doladı.

“Rebecca,” diye fısıldadı Wren, kız kardeşi yalnızca daha da fazla gömdü kafasını annesinin geceliğine. “Anne,” diye yalvardı Wren hıçkırıklar sesini boğarken. Annesi ona bakmadı. Wren’in omuzları hıçkırıklarla sallandı.

“Bizim kızımız o,” dedi babası, Rebecca’yı sanki Wren onları kandırmaya çalışıyormuş gibi yakınında tutarken. Rebecca ancak Wren kadar onların kızı olabilirdi, çünkü o da evlatlık edinilmişti.

the stolen heir

Wren sürünerek yatağa giderken o kadar çok ağlıyordu ki, ağzından tek bir kelime çıkmıyordu. Lütfen kalmama izin verin. İyi biri olacağım. Yaptığım her şey için çok üzgünüm, çok üzgünüm ama onların beni almasına izin veremezsiniz. Anneciğim. Anneciğim. Anneciğim. Seni seviyorum, lütfen, anneciğim.

Babası ayaklarını boynuna dayayarak onu itmeye çalıştı. Ama Wren yine de ona ulaşmaya çalıştı, sesi artık acı bir feryattı.

Küçük parmakları baldırına ulaştığında babası onu omzundan tekmeleyerek yere itti. Ama o yalnızca sürünerek, ağlayarak ve yalvarıp acı içinde kıvranarak tekrardan babasının yanına gitti . “Yeter,” dedi Bogdana. Wren’i kendisine çekti ve uzun tırnaklarından birisini nazik denilebilecek bir şekilde yanağında gezdirdi. “Gel, çocuğum. Seni ben taşıyacağım.”

“Hayır,” dedi Wren, parmaklarını çarşafa dolarken. “Hayır. Hayır. Hayır.”

Lord Jarel, “Bizim olanlara insanların şiddetle dokunması kabul edilemez.” dedi.

“Sana sadece biz zarar verebiliriz.” diye onayladı onu Lady Nore. “Sadece biz cezalandırabiliriz, onlar değil.”

“Bu suçları için ölmeliler mi?” diye sordu Lord Jarel. Oda, Wren’in hıçkırık seslerinin dışında sessizliğe büründü.

“Onları öldürmeli miyiz, Suren?” diye sordu tekrardan, bu sefer daha yüksek sesle. “Evcil köpeklerini içeri alıp onu, onlara saldırıp boğazlarına parçalayacak bir şekilde büyülemeli miyiz?”

Bunun üzerine Wren’in ağlaması, şaşkınlık ve öfke ile azaldı. “Hayır!” diye bağırdı. O an, kendini kontrol edebilmenin bile ötesine geçtiğini hissetti.

“O zaman ağlamayı kes ve beni dinle.” dedi Lord Jarel ona. “Ya kendi isteğinle bizimle gelirsin ya da o yataktaki herkesi öldürürüm. Önce çocuk, sonra da ötekiler.”

Rebecca korku içinde hıçkırdı. Wren’in insan ebeveynleri taze bir korku ile izlediler.

“Gideceğim,” dedi Wren en sonunda, sesinde hala durduramadığı o hıçkırıkla. “Kimse beni sevmediğine göre, gideceğim.”

Fırtına cadısı onu kaldırdı ve uzaklaştılar.    

the stolen heir

***

Wren, iki yıl sonra bir otoyolun kenarında yürürken devriye arabalarının yanıp sönen ışıkları tarafından keşfedildi. Ayakkabılarının tabanları sanki dans ede ede parçalanmıştı, giysileri deniz tuzundan katılaşmış ve bilekleri ile yanaklarının derisini yaralar kaplamıştı.

Polis memuru ona ne olduğunu sormaya çalıştığında, Wren ya cevap vermedi ya da veremedi. Ona çok fazla yaklaşan herkese hırladı. Onu getirdikleri odadaki koltuğun altına saklandı ve yanlarında getirdikleri kadına evinin nerede olduğu hakkında bir isim ya da adres vermeyi reddetti.

Gülümsemeleri canını yakıyordu. Her şey canını yakıyordu.

Arkalarını döndüklerinde ise Wren çoktan gitmişti.

Bu metnin redaktörlüğü Aylin Efe tarafından yapılmıştır.

Kapak görselindeki çizim @tessorange.art’a aittir.

Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:

Yazıyı burada paylaş:

Yazı oluşturuldu 7

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.