Son zamanda en çok konuşulan kitaplardan biri olan The House in the Cerulean Sea, fantastik edebiyatın en güzel örneklerinden biri olarak gösteriliyor. Yurt dışında 2020 yılında çıkan kitap, sihirli çocukların yerleştirildiği yetimhaneleri denetleyen Mr. Baker’ın gizli bir göreve gönderilmesiyle başlıyor. Böylece geçtiğimiz yılların en nefes kesici hikâyelerinden biri başlamış oluyor.
Kendini oldukça farklı bir yetimhanede bulan Baker, bir yandan işini yapmaya çalışırken diğer yandan da hayatını sorgulamaya başlıyor. Bu iç ısıtan hikâyeyi, Buse Olcay1 sizler için çevirdi.
1: Bu metin Buse Olçay tarafından Bibliyoraf.com için çevrilmiştir. Çevirmenin ve Bibliyoraf’ın izni olmadan başka bir sitede kullanılamaz.
The House in the Cerulean Sea
BİR
Kaşındaki teri silerken “Hay aksi,” dedi Linus Baker. “Bu oldukça alışılmadık bir durum.”
Bu, olayı hafife almaktı. Daisy adındaki on bir yaşındaki kız odun bloklarını başının çok üstünde havaya kaldırırken Linus mest olmuş bir şaşkınlıkla izledi. Bloklar yavaş, iç içe geçmiş halkalar şeklinde dönüyordu. Daisy dikkatini toplarken kaşlarını çattı, dilinin ucu dişlerinin arasından dışarı çıkıyordu. Bu aşağı yukarı bir dakika sürdü ve sonra bloklar yavaşça yere alçaldı. Küçük kızın kontrol seviyesi hayret vericiydi.
Elindeki kâğıt tomarını hararetle karalarken “Anlıyorum,” dedi Linus. Müdürün ofisindeydiler, hükümet tarafından verilmiş standart kahverengi halısı ve eski mobilyalarıyla oldukça düzenli bir odaydı. Duvarlar, çeşitli pozlardaki lemurların korkunç tablolarıyla kaplanmıştı. Müdür bu tabloları Linus’a gururla göstermiş, resim yapmanın tutkusu olduğunu ve eğer bizzat bu yetimhanenin müdürü olmasaydı bir sirkte lemur terbiyecisi olarak seyahat edeceğini veya bir galeri açıp eserlerini dünyayla paylaşacağını söylemişti. Linus, tablolar bu odada durduğu sürece dünyanın daha iyi bir yer olacağına inanıyordu ama bu düşünceyi kendisine sakladı. Buraya amatör sanat eleştirmenliği yapmak için gelmemişti. “Peki hangi sıklıkla şey — a, bilirsin? Bir şeyleri havada asılı tutuyorsun?”
The House in the Cerulean Sea
Yetimhanenin müdürü, kıvır kıvır saçları olan bodur bir kadın, öne doğru bir adım attı. “Ah, çok da sık değil,” dedi hızla. Ellerini ovuşturuyor, gözlerini ileri geri oynatıyordu. “Belki bir ya da iki kez… yılda?”
Linus öksürdü.
“Ayda,” diye düzeltti kadın. “Sersem kafam. Neden yılda dediğimi bilmiyorum. Dil sürçmesi. Evet, ayda bir ya da iki kere. Nasıl olduğunu bilirsiniz. Çocuklar büyüdükçe daha çok… şey yaparlar.”
Linus, Daisy’e “Bu doğru mu?” diye sordu.
“Ah evet,” dedi Daisy. “Ayda bir ya da iki kere. Daha fazla değil.” Ona memnuniyetle gülümseyince Linus, gelişinden önce kızın vermesi gereken cevaplar için hazırlanmış olup olmadığını merak etti. Böyle bir şeyin yaşandığı ilk sefer olmazdı ve Linus sonuncusu olacağından da şüpheliydi.
“Tabii ki,” dedi Linus. Kalemiyle kâğıt boyunca karalamaya devam ederken beklediler. Linus, diğerlerinin bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu ama dikkatini yazdıklarından ayırmadı. Kesinlik, dikkat gerektirirdi. Linus dibine kadar titizdi ve bu yetimhaneye yaptığı ziyaret, söylenebilecek en kibar şekliyle, bilgilendirici olmuştu. Ofise döndüğünde sonuç raporunu hızla tamamlayabilmesi için olabildiğince fazla detayı hızla not alması gerekiyordu.
The House in the Cerulean Sea
Müdür, Daisy’nin üzerine titriyor, zapt edilemeyen siyah saçlarını geriye çekiyor ve plastik kelebek tokalarla saçları yerlerine sabitliyordu. Daisy, onları bir kere daha havaya kaldırmayı diliyormuş gibi ümitsizlikle yerdeki bloklara bakıyordu. Gür kaşları seğiriyordu.
“Kontrol edebiliyor musun?” Diye sordu Linus.
Daisy ağzını dahi açamadan müdür, “Tabii ki edebiliyor. Yoksa asla izin vermezdik — “
Linus elini kaldırdı. “Cevabı Daisy’nin kendisinden alabilirsem, hanımefendi, müteşekkir olurum. Daisy’nin iyiliğini düşündüğünüzden şüphe duymamakla birlikte Daisy gibi çocukların daha… içten olmaya yatkın olduklarını düşünüyorum.”
Müdür tekrar konuşacakmış gibi göründü, ta ki Linus bir kaşını kaldırana kadar. İç çekip başıyla onayladı ve Daisy’den uzağa bir adım attı.
Son bir notu da karaladıktan sonra Linus kaleminin kapağını kapadı ve kâğıt tomarıyla birlikte evrak çantasına geri koydu. Sandalyesinden kalktı ve dizleri isyan edip inlerken Daisy’nin önünde diz çöktü.
Daisy, gözlerini kocaman açmış, alt dudağını kemiriyordu.
“Daisy? Kontrol edebiliyor musun?”
The House in the Cerulean Sea
Kız yavaşça başını salladı. “Galiba? Buraya getirildiğimden beri kimseyi incitmedim.” Ağzı aşağıya doğru büküldü. “Marcus’a kadar yani. İnsanları incitmekten hoşlanmıyorum.”
Linus neredeyse buna inanacaktı. “Kimse hoşlandığını söylemiyor. Ama bazen, bize verilmiş… yeteneği her zaman kontrol edemeyebiliyoruz. Ve bu, bahsettiğim yeteneklere sahip kişilerin hatası da olmayabiliyor.”
Bu, Daisy’yi daha iyi hissettirmiş gibi durmuyordu. “O zaman kimin hatası?”
Linus gözlerini kırptı. “Yani, bin bir türlü etken vardır herhalde. Modern araştırmalar, uç noktadaki duygusal hallerin seninki gibi durumları tetikleyebileceğini söylüyor. Üzüntü. Öfke. Hatta mutluluk. Belki de o kadar mutluydun ki arkadaşın Marcus’a yanlışlıkla bir sandalye fırlattın?” Buraya gönderilmesinin sebebi de buydu zaten. Marcus, kuyruğuyla ilgilenilmesi için hastaneye götürülmüştü. Kuyruğu garip bir açıda bükülmüştü ve hastane, yapmaları talep edildiği gibi, durumu direkt olarak Sihirli Gençliği İdare Bakanlığı’na rapor etmişti. Rapor bir soruşturmayı ateşlemişti ki Linus’un bu yetimhane için görevlendirilmesinin sebebi de buydu.
The House in the Cerulean Sea
“Evet,” dedi Daisy. “Kesinlikle öyle oldu. Marcus renkli kalemlerimi çalınca beni öyle mutlu etti ki ona yanlışlıkla sandalye fırlattım.”
“Anlıyorum,” dedi Linus. “Özür diledin mi?”
Daisy yeniden yere, bloklarına baktı. Ayaklarını birbirine sürtüyordu. “Evet. O da kızgın olmadığını söyledi. Geri vermeden önce benim için kalemlerimin ucunu bile açtı. Kalemleri benden daha iyi açıyor.”
“Ne kadar düşünceli bir davranış,” dedi Linus. Uzanıp Daisy’nin omzunu sıvazlamayı düşündü ama bu uygunsuz olurdu. “Ona aslında hiç zarar vermek istemediğini biliyorum. Belki ileride duygularımızın bizi kontrol etmesine izin vermeden önce durup düşünmeliyizdir. Ha, ne dersin?”
Daisy kafasını şevkle salladı. “Evet tabii. Bir daha zihin gücümden başka hiçbir şey kullanmayarak sandalye fırlatmadan önce durup düşünmeye söz veriyorum.”
Linus iç çekti. “Tam olarak bunu kastetme-““
Eski evin derinliklerinde bir yerde bir zil çaldı.
Daisy kapıya doğru koşmadan önce tek nefeste “Kurabiye,” dedi.
Müdür arkasından “Yalnızca bir tane,” diye seslendi. “Akşam yemeğini yiyemezsin sonra!”
The House in the Cerulean Sea
Daisy kapıyı arkasından çarparak kapatmadan önce geri bağırdı. “Yerim!” Daisy koridoru geçip mutfağa doğru hızla ilerlerken Linus adımlarının patır patır sesini duyabiliyordu.
Masasının ardındaki koltuğuna yığılırken “Yemeyecek,” diye mırıldandı müdür. “Hiçbir zaman yemiyor.”
“Bence biraz kurabiyeyi hak etti,” dedi Linus.
Müdür temkinli bir şekilde onu süzmeden önce bir eliyle yüzünü ovaladı. “Pekâlâ, hepsi bu kadar o zaman. Bütün çocuklarla görüştünüz. Evi denetlendiniz. Marcus’un iyi durumda olduğunu gördünüz. Hem sandalyeyle bir… kaza yaşanmış olsa da Daisy besbelli kimseye zarar vermek istemiyor.”
Linus, müdürün haklı olduğunu düşündü. Marcus, Daisy’nin başına bela açmaktansa Linus’a kuyruk alçısına imza attırmaya daha ilgili görünmüştü. Linus direnmiş, bunun uygun olmayacağını söylemişti. Marcus hayal kırıklığına uğrasa da hemen ardından neşesi yerine gelmişti. Linus, her birinin olaylar karşısında bu kadar metanetli olmasına, arada sırada olduğu gibi, hayret etmişti. “Elbette.”
başlık
“Sanırım raporunuza ne yazacağınızı bana söylemezsiniz — “
Linus dikleşti. “Kesinlikle olmaz. Bildiğiniz gibi, raporu sunduğumda size de bir kopyası temin edilecek. İçeriği size ancak o an açıklanacak, ondan bir saniye bile öncesinde değil.”
“Elbette,” dedi müdür hızla. “Şey yapmanızı önermek istememiştim — “
“Olaya benim açımdan bakmanıza memnun oldum,” dedi Linus. “SGİB’in de kesinlikle takdir edeceğinden eminim.” Kendini evrak çantasıyla oyaladı, tatmin olana kadar içindekileri tekrar ve tekrar düzenledi. Çantayı kapattı ve kilidi yerine oturttu. “Şimdi, eğer başka bir şey yoksa izninizi alıp size veda — “
“Çocuklar sizi seviyor.”
“Ben de onları seviyorum,” dedi. “Sevmeseydim yaptığım işi yapmazdım.”
“Sizin gibiler için durum her zaman böyle değil.” Boğazını temizledi. “Ya da, daha doğrusu, diğer sosyal görevliler için.”
Linus kapıya özlem dolu bir bakış attı. Kaçıp gitmeye çok yaklaşmıştı. Evrak çantasını bir kalkan gibi önünde sıkıca tutarak arkasına geri döndü.
başlık
Müdür koltuğundan kalktı ve masasının etrafında yürüdü. Linus, çoğunlukla alışkanlıktan, geriye doğru bir adım attı. Müdür daha yakına gelmedi, bunun yerine masasına yaslandı. “Başkaları da gelmişti,” dedi.
“Öyle mi? Bu olağan bir şey, tabii ki, ama — “
“Çocukları görmüyorlar,” dedi. “Onları oldukları kişi olarak değil, yalnızca yapabildikleri şeyler olarak görüyorlar.”
“Tüm çocuklara olduğu gibi onlara da bir şans verilmeli. Korkulması gereken şeyler gibi davranılırlarsa evlat edinilmeyi nasıl ümit edebilirler?”
Müdür burnundan bir ses çıkardı. “Evlat edinilmek.”
Linus gözlerini kıstı. “Bir şey mi dedim?”
Müdür başını salladı. “Hayır, kusura bakmayın. Umut vericisiniz, en azından bir bakıma. İyimserliğiniz bulaşıcı.”
Linus düz bir sesle, “Ben bir pozitif neşe kaynağıyım,” dedi. “Artık, başka bir şey yoksa, çıkışı kendim — “
başlık
“Yaptığınız işi nasıl yapabiliyorsunuz?” Diye sordu müdür. Bunu söylediğine inanamıyormuş gibi benzi attı.
“Ne demek istediğinizi anlayamadım.”
“SGİB için çalışmayı kastediyorum.”
Ter, Linus’un ensesinden gömleğinin yakasına doğru akıyordu. Ofis berbat derecede sıcaktı. Linus uzun bir süreden sonra ilk kez, dışarıda yağmurun altında olmayı diledi. “SGİB’in kötü tarafı ne?”
Müdür tereddüt etti. “Kötü bir niyetim yok.”
“Umarım öyledir.”
“Sadece…” Müdür, masasından kalktı, kolları hâlâ kavuşmuş haldeydi. “Merak etmiyor musunuz?”
“Asla,” dedi Linus düşünmeden. Sonra, “Neyi?”
başlık
“Sonuç raporunuzu teslim ettikten sonra bu tarz bir yere ne olduğunu. Çocuklara ne olduğunu.”
“Geri dönmem istenmediği sürece, mutlu ve akıllı yetişkinler olana kadar mutlu ve akıllı çocuklar olarak yaşamaya devam ettiklerini düşünüyorum.”
“Oldukları kişi yüzünden hâlâ hükümet denetimi altında yaşayan yetişkinler olana kadar.”
Linus köşeye sıkışmış hissetti. Buna hazır değildi. “Sihirli Yetişkinleri İdare Bakanlığı’nda çalışmıyorum. Eğer bu konuda bir endişeniz varsa bunu SYİB’e taşımanızı öneririm. Ben yalnızca çocukların refahıyla ilgileniyorum, daha fazlasıyla değil.”
Müdür hüzünle gülümsedi. “Hep çocuk olarak kalmıyorlar Bay Baker. Sonunda hepsi büyüyor.”
“Ve bunu, kendilerini evlat edinilmeden yetimhanede kalabilecekleri yaşı geçmiş halde bulurlarsa diye sizin gibi birinin onlara kattığı becerilerle yapıyorlar.” Kapıya doğru bir geri adım daha attı. “Artık, bana müsaade ederseniz, otobüsü yakalamam gerekiyor. Eve dönüş yolum oldukça uzun ve otobüsü kaçırmak istemiyorum. Misafirperverliğiniz için teşekkür ederim. Ayrıca yineleyeyim, rapor dosyalandığı gibi arşiviniz için size de bir kopyası gönderilecek. Herhangi bir sorunuz olursa bize haber verirsiniz.”
başlık
“Aslında, bir tane daha — “
Kapıyı çoktan geçmiş olan Linus “Yazıyla bildirin,” diye seslendi. Ardından kapattığı kapının mandalı bir tık sesiyle yerine oturdu. Derin bir nefes alıp yavaşça verdi. “İyi halt yedin, seni eski kurt. Şimdi sana yüzlerce soru yollayacak.”
Müdür, kapının diğer tarafından “Sizi hâlâ duyabiliyorum,” dedi.
Linus, irkildikten sonra koridor boyunca hızla ilerlemeye başladı.
başlık
***
Mutfaktan gelen kahkahaların neşeli çınlayışları onu durdurmadan önce Linus ön kapıdan çıkmak üzereydi. Mantığı yapmamasını söylese de sese doğru sessizce ilerledi. Duvara çivilenmiş posterlerin, daha önce gittiği tüm SGİB-onaylı yetimhanelerde asılı olan aynı sloganların yanından geçti. Posterlerde, YETKİLİLERİ DİNLEDİĞİMİZ ZAMAN BİZDEN MUTLUSU OLAMAZ ve SESSİZ BİR ÇOCUK, SAĞLIKLI BİR ÇOCUKTUR ve de HAYALGÜCÜ VARKEN SİHRİ KİM NE YAPSIN? gibi açıklamaların altında gülümseyen çocuklar gösteriliyordu.
Linus, kafasını mutfak kapısından içeriye soktu.
İçeride, büyük bir ahşap masada oturmuş bir grup çocuk vardı.
Kollarından mavi tüyler çıkan bir oğlan vardı.
Cadı gibi kıkırdayan bir kız vardı. Dosyası kızın bir cadı olduğunu söylediğinden bu oldukça yerinde bir kıkırdamaydı.
Gemileri sahile vurduracak kadar baştan çıkarıcı bir şekilde şarkı söyleyebilen, yaşça daha büyük bir kız vardı. Linus, bunu kızın dosyasında okuduğunda ürkmüştü.
başlık
Bir selkie, kürk postu omuzlarında duran genç bir oğlan vardı.
Ve Daisy ve Marcus vardı tabii ki. Yan yana oturmuşlardı, Daisy, oğlanın kuyruk alçısı karşısında kurabiye dolu ağzıyla hayret ediyordu. Marcus ona sırıtıyordu, yüzü pas rengi çillerle kaplıydı ve kuyruğunu masanın üstüne koymuştu. Marcus, Daisy’den renkli kalemleriyle alçısına başka bir resim daha çizmesini isterken Linus onları izledi. Daisy bu isteği hemen kabul etti. “Bir çiçek,” dedi. “Ya da sivri dişleri ve iğnesi olan bir böcek.”
“Oo,” diye soludu Marcus. “Böcek. Böceği çizmelisin.”
Linus, gördüklerinden memnun olmuş bir halde onları kendi hallerine bıraktı.
Bir kere daha kapının yolunu tuttu. Şemsiyesini yeniden unuttuğunu fark ettiğinde bir iç geçirdi. “Bir bu eksikti — “
Kapıyı açtı ve uzun eve dönüş yolculuğunu başlatmak için yağmurun altına adım attı.
Bu yazının redaktörlüğünü Aylin Efe yapmıştır.
Kapak görselindeki çizim Alessia Trunfio’ya aittir.
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş: