Geçtiğimiz 2021 yılında The Final Girl Support Group kitabıyla Goodreads Choice Awards’da ödül alan Grady Hendrix’in yeni kitabı How To Sell A Haunted House, 14 Ocak’ta yayımlandı. Yazarın daha önce Güney Kitap Kulübü’nün Vampir Avlama Rehberi ve En Yakın Arkadaşımın Şeytan Çıkarma Ayini kitapları İthaki Yayınları tarafından dilimize çevrilmişti.
Yazar yeni kitabında ebeveynleri korona virüs salgınında ölmüş iki kardeşin banka borçlarını ödeyebilmek için çocukluk evlerini satmaya karar vermelerini konu alıyor. Fakat ikilinin eve adımlarını attıkları andan itibaren çocukluk travmalarını tekrar yaşamaya başlaması onlara pek de kolaylık sağlamıyor. Kitabın ön okumasını ekimizden Esma Mina Yıldız1 sizler için çevirdi. İyi okumalar!
1: Bu metin Esma Mina Yıldız tarafından Bibliyoraf.com için çevrilmiştir. Çevirmenin ve Bibliyoraf’ın izni olmadan başka bir sitede kullanılamaz.
Bölüm 1
Louise, iyi karşılanmayacağını düşündüğü için anne ve babasına hamile olduğunu telefonda, beş bin kilometre uzaktan, San Francisco’da söylemişti. Kararı ile ilgili herhangi bir şüphesi olduğu için değildi. O iki paralel çizgiyi gördüğü an, bütün paniği yok olmuş ve içinde kararlı bir sesin şöyle dediğini duymuştu:
Ben artık bir anneyim.
Fakat yirmi birinci yüzyılda bile bir çift Güneyli ebeveynin, otuz dört yaşındaki bekar kızlarının hamile olduğu haberine nasıl tepki vereceklerini tahmin etmek zordu. Louise bütün gününü onları rahatlatacak farklı senaryoları prova ederek geçirmişti, ancak annesi telefona cevap verdiği ve babası da telefonun mutfak uzantısını eline aldığı anda beyni durdu ve ağzından kaçırdı:
“Ben hamileyim.”
Kendini, geleceğini sandığı soru yağmuruna hazırladı.
Emin misin? Ian biliyor mu? Bebeği aldırmayı düşünüyor musun? Charleston’a geri dönmeyi düşündün mü? Bunun doğru karar olduğuna emin misin? Bunun tek başına ne kadar zor olacağını hiç düşündün mü? Nasıl idare edeceksin?
Uzun sessizlikte cevaplarını hazırladı: Hayır, henüz değil, elbette, asla, hayır ama yine de yapacağım, evet, idare edeceğim.
Telefonda birinin boğulmaya benzer bir sesle nefes aldığını duydu ve annesinin ağladığını fark etti.
how to sell a haunted house
“Ah Louise,” dedi annesi boğuk bir sesle ve Louise kendini en kötüsü için hazırladı. “Çok mutluyum. Sen benim olamadığım anne olacaksın.”
Babasının bilmek istediği tek bir şey vardı: tam adresi.
“İndiğimizde taksi şoförüyle herhangi bir karışıklık olsun istemiyorum.”
“Baba,” dedi Louise, “hemen gelmenize gerek yok.”
“Geliyoruz tabii ki,” dedi. “Sen bizim Louise’imizsin.”
Kaldırımda, bir araba köşeden her döndüğünde kalbi çarparak, nihayet binasının önünde lacivert bir Nissan durana ve babasının annesine arka koltuktan kalkması için yardım ettiğini görene kadar bekledi -kendini tutamadı ve yeniden bir çocukmuş gibi annesinin kollarına atladı.
Louise’i beşik ve bebek arabası alışverişine götürdüler ve çocuk bezini kumaştan yaptırmayı düşündüğü için delirmiş olması gerektiğini söylediler. Besleme tekniklerini, aşılamayı ve Louise’in vermek zorunda kalacağı milyonlarca başka kararı tartıştılar. Burun aspiratörleri, bezler, pijamalar, mendiller, bebek battaniyeleri, pişik kremleri ve kusmuk bezleri, oyuncaklar ve gece lambaları aldılar. Louise, annesi “Neredeyse hiçbir şey almadın.” demeseydi çok şey aldıklarını düşünecekti.
Tüm bu Ian meselesini sindirmekte zorluk çektikleri için onları suçlayamıyordu bile.
“Evli olun ya da olmayın,” dedi annesi. “Ian’ın ailesiyle tanışmalıyız, dünür olacağız.”
“Ona daha söylemedim,” dedi Louise. “Daha on bir haftalığım.”
“Eh, gün geçtikçe daha az hamile olmuyorsun.” dedi annesi.
Babası, “Evliliğin somut maddi faydaları vardır,” diye ekledi. “Yeniden düşünmek istemediğine emin misin?”
Louise yeniden düşünmek istemiyordu.
how to sell a haunted house
Ian komik olabiliyordu, zekiydi de. Ve San Francisco Körfez Bölgesi’nde çocukluklarında dinledikleri müzikleri özleyen zengin insanlara nadir plaklar satarak elde ettiği oldukça büyük bir geliri vardı. Facebook’un en büyük dördüncü hissedarı için orijinal Beatles plaklarından oluşan koleksiyonlar hazırlardı ve bir Twitter yönetim kurulu üyesinin ilk karısına evlenme teklifi ettiği Grateful Dead konserinin korsan çekilmiş bir kaydını bulmuştu. Louise ona bunun için ödedikleri parayı gördüğünde gözlerine inanamamıştı.
Öte yandan, Louise ilişkilerine ara vermeleri gerektiğini söylediğinde bunu San Francisco Modern Sanat Müzesi’nin önünde diz çöküp evlenme teklifi etmesi gerektiği şeklinde algılamıştı. Hayır dediğinde o kadar üzülmüştü ki Louise haline acımış ve o gece onunla yatmıştı. Ki şimdiki durumunda olmasının sebebi de buydu.
Ian evlenme teklifi ettiği gün, dört yüz dolara aldığı ve yakasında bir deliği olan vintage Nirvana In Utero tişörtünü giyiyordu. Israrla “kicks”2 dediği spor ayakkabılarına her yıl yüzlerce dolar harcıyordu. Louise gününün nasıl geçtiğini anlatırken telefonuna bakıyor, Rolling Stones ve The Who’yu karıştırdığı zaman onunla dalga geçiyor ve tatlı sipariş verdiği zaman “Emin misin?” diye soruyordu.
2: “sneakers” kelimesinin kısaltılmasıyla elde edilmiş bir kelime oyunu.
how to sell a haunted house
“Baba,” dedi Louise “Ian baba olmaya hazır değil.”
“Kim hazır ki?” diye sordu annesi.
Ama Louise, Ian’ın gerçekten hazır olmadığını biliyordu.
Ailesinin her ziyareti, son üç günün cehennem gibi geçmesi ve hafta sonunun gelip de kendi dairesinde yalnız olabilmesi için sabırsızlanması ile bitiyordu. Anne ve babasının eve dönüş uçuşundan bir gün önce, annesi şekerleme yapmak için küpelerini çıkarıp koltuğa uzandığı ve babası The Financial Times’ın yeni sayısını bulmak için dışarı çıktığı an, maillerini düzenleme bahanesiyle odasına çekildi. Öğle yemeğine kadar böyle devam etseler ve belki sonra da Presidio’nun etrafında yürüyüşe çıksalar ve son olarak da akşam yemeğini de atlatabilseler, Louise için her şey yolunda gidebilirdi…
Fakat Louise’in vücudunun farklı planları vardı. Şimdi acıkmıştı… Hemen şu an haşlanmış yumurta yemeye ihtiyacı vardı. Acilen kalkıp mutfağa gitmesi gerekiyordu. Bu yüzden, annesini uyandırmamaya çalışarak yavaşça mutfağa doğru ilerledi. Çünkü saçını uzatması veya Charleston’a geri dönmesi veya yeniden çizim yapmaya başlaması gerektiği hakkında bir konuşmayı daha kaldıramayacaktı.
Annesi koltukta, üzerinde beline kadar çekili sarı bir battaniye ile yan tarafına uzanmış şekilde uyuyordu. Sabahın ışıkları iskeletini ortaya çıkarıyordu; Louise annesinin ağzının etrafındaki küçük kırışıklıkları, incelmiş saçlarını, gevşek yanaklarını görebiliyordu. Hayatında ilk kez, annesinin öldüğünde nasıl gözükeceğini biliyordu.
“Seni seviyorum.” dedi annesi gözlerini açmadan.
how to sell a haunted house
Louise kıpırdayamadı.
“Biliyorum.” dedi bir an sonra.
“Hayır,” dedi annesi, “Bilmiyorsun.”
Louise annesinin bir şeyler daha söylemesi için bekledi. Ama annesinin nefesi derinleşti, düzenli hale geldi ve horlamaya dönüştü.
Louise mutfağa doğru ilerlemeye devam etti. Az önce annesinin rüyasındaki bir konuşmaya kulak misafiri mi olmuştu? Yoksa annesi Louise’in onu sevdiğini bilmediğini mi söylüyordu? Ya da ne kadar sevdiğini bilmediğini mi söylüyordu? Belki de kendi kızı olana kadar onu ne kadar sevdiğini anlayamayacağını söylüyordu.
Haşlanmış yumurtasını yerken bunu düşündü. Annesi San Francisco’da yaşıyor olmasından mı bahsediyordu? Ailesinden uzaklaşmak için mi bu kadar uzağa taşındığını düşünüyordu? Louise buraya okulu için taşınmış, sonra işi için kalmıştı. Ancak bütün arkadaşlarının, annesinin ne kadar havalı olduğunu söylemesine alışarak büyüdüğünden ve hatta eski sevgilileri bile karşılaştıklarında annesini sorduğundan, kendi hayatını yaşamak için biraz uzaklaşması gerekiyordu. Ve bazen beş bin kilometre bile Louise’e yeteri kadar uzak gelmiyordu. Louise, annesini bunu bir şekilde bilip bilmediğini merak etti.
Ve bir de ağabeyi vardı. Bu ziyaretlerinde Mark’tan sadece iki kez bahsetmişlerdi ve Louise, kardeşi ile arasında “doğal” bir ilişkinin olmamasının annesini içten içe üzdüğünü biliyordu. Açıkçası Louise, kardeşi ile arasında hiçbir türden ilişkinin olmasını istemiyordu. San Francisco’dayken tek çocukmuş gibi davranabiliyordu.
Louise, tipik bir büyük kardeş olduğunu biliyordu, o basmakalıp bir ilk çocuktu. Okuduğu makalelerde gördüğü tüm özelliklere sahipti; güvenilir, düzenli, sorumluluk sahibi, çalışkan. Hatta bütün bunların bir bozukluk olarak sınıflandırıldığını bile görmüştü -En Büyük Kardeş Sendromu- ve bu da Louise’in Mark’ın sendromunun ne olduğunu sorgulamasını sağlamıştı. En sonunda, Kronik Şerefsizlik Sendromu olduğuna karar vermişti.
how to sell a haunted house
İnsanlar Louise’e neden kardeşi ile konuşmadığını sorduğunda, onlara annesinin bütün gününü güzel bir Noel yemeği yapmaya çalışarak harcadığı halde Mark’ın P. F. Changs’de akşam yemeği için buluşmalarında ısrar ettiği, sonra da yemeğe geç ve sarhoş gelip, menüdeki her şeyi sipariş etmeye kalkıştığı, ardından da masada sızdığı 2016 Noel’ini anlatırdı.
“Böyle davranmasına neden izin veriyorsun?” Louise sormuştu.
“Kardeşini biraz anlamaya çalış.” demişti annesi.
Louise onu anlıyordu. Lisede Louise ödüller kazanırdı. Mark ise liseyi zar zor bitirmişti. Louise, tasarımcılıkta yüksek lisans yapmıştı. Mark birinci yılında üniversiteyi bırakmıştı. Louise, en yeni iPhone’un kullanıcı arayüzü de dahil olmak üzere, insanların her gün kullandıkları şeyler tasarlamıştı. Mark, Charleston’daki tüm barlardan kovulmak için elinden geleni yapıyordu. Anne ve babasından yirmi dakikalık uzaklıkta yaşıyordu fakat konu herhangi bir şekilde yardım etmeye gelince kılını bile kıpırdatmıyordu.
how to sell a haunted house
Ne yaparsa yapsın, ailesi Mark’ı yere göğe sığdıramazdı. Yeni bir daire kiraladığında Berlin Duvarı’nı yıkmış gibi davranmışlardı. Beş yüz dolara hurda bir kamyon aldığında ve yeniden çalıştırmayı başardığında, anne ve babasının gözünde aya ayak basmış kadar olmuştu. Louise, Amerika Endüstriyel Tasarımcılar Derneği Lisansüstü Öğrenci Başarı Ödülü’nü kazandığında, onlara teşekkür etmek için ödülünü ailesine vermişti. Ödülü dolaba kaldırmışlardı.
“Kardeşin senin için o ödülü bir yere koyduğumuzu ve onun için hiçbir şey koymadığımızı görürse çok üzülür.” demişti annesi.
Louise, Mark’la konuşmuyor olmasının herkesin görmezden geldiği ve itiraf etmeye korktuğu ortak bir sorun olduğunu biliyordu; her yemek masasındaki görünmez hayalet, ebeveynleriyle, özellikle de kendi deyişiyle “tatsızlıktan” hiç hoşlanmayan annesiyle olan ilişkisindeki bir türlü kabullenemedikleri her pürüzün kaynağının bu olduğunu biliyordu. Annesi her zaman neşeliydi ve Louise mutlu olmakta yanlış bir şey görmese de annesinin zoraki mutluluğu ona biraz sahte geliyordu. Ona acı veren konularla ilgili konuşmaktan kaçardı. Sanki her daim uyduruk bir Hristiyan kilisesinin öğretici oyunlarından birindeymiş ve tüm gözler onun üzerindeymiş gibi davranırdı. Bir anne olarak kendini kaybettiği nadir zamanlarda, sanki utanmak birinin başına gelebilecek en kötü şeymiş gibi “Beni utandırıyorsun!” derdi.
Başlık
Louise belki de bu yüzden bu bebeği doğurmak konusunda bu kadar emindi. Belki bir anne olmak, annesiyle arasında sadece ikisine özel olan bir şeyler paylaşmalarını sağlardı. Birbirlerine yakınlaşırlardı. Louise, annesiyle ilgili onu rahatsız eden her özelliğin, onun inanılmaz bir büyükanne olmasını sağlayacak özellikle aynı olduğunu biliyordu.
Louise masadaki yumurta kabuklarını silerken, paylaşacakları annelik duygusunun, aralarında bir köprü oluşturacağını ve Louise’in kendini korumak için kurduğu duvarları yavaş yavaş yıkacağını düşündü. Bu birdenbire olmayacaktı fakat Louise buna değeceğini biliyordu. Birbirlerinin yeni rollerine -anne olan bir kız çocuğu ve büyükanne olan bir anne- alışmak için bir ömürleri olacaktı. Önlerinde yıllar vardı.
Meğerse sadece beş yılları varmış.
Bölüm 2 – İnkâr
Telefon, Louise umutsuzca kızını Kadifeli Tavşan kitabını beğenmeyeceğine ikna etmeye çalışırken çaldı.
“Kütüphaneden onca kitabı daha yeni aldık.” dedi Louise. “Başka bir şey okumak istemez misi-?”
“Kadife Tavşan.” diye ısrar etti Poppy.
“Ama Muppetlar’dan, Noel Şarkısı’ndan daha da korkunç,” dedi Louise. “O kapı tokmağı, adamın suratına dönüştüğünde ne kadar korkunçtu hatırlamıyor musun?”
“Ben Kadife Tavşan’ı istiyorum,” dedi kararlı bir sesle Poppy.
Louise kolay yolu seçmesi ve Poppy’e Kadife Tavşan’ı okuması gerektiğini biliyordu, ama bunun için birisinin cesedini çiğnemesi gerekecekti. Poppy’e açması için izin vermeden önce paketi kontrol etmesi gerekirdi, çünkü annesi tabii ki söz verdiği gibi Dinozor Kazısı Yaz Kampı biletini göndermemiş ve Poppy’e, Louise’nin en sevdiği kitap olduğunu sandığı için Kadife Tavşan’ı göndermişti.
Louise’nin en sevdiği kitap değildi. Çocukluk kabuslarının kaynağıydı. Annesi kitabı ona ilk kez okuduğunda Poppy’nin yaşlarındaydı ve tavşan yakılmak için dışarı çıkarıldığında göz yaşlarına boğulmuştu.
başlık
“Biliyorum,” demişti annesi, olayı tamamen yanlış anlayarak, “Benim de en sevdiğim kitap bu.”
Bu kitabın duygusal acımasızlığı beş yaşındaki Louise’nin karnına ağrılar sokardı: oyuncaklarına kötü davranan düşüncesiz oğlan, ne kadar ihmal edilirlerse edilsinler yine de oğlanın onayını bekleyen ilgi manyağı oyuncaklar, katı ve korkunç büyükanne, ormanda yaşayan kötü kalpli tavşanlar. Fakat annesi, Louise’in elleri çarşafı sıkıca tutmuş, annesi karakterlerin seslerini taklit ederken hareketsizce uzanmış tavanı seyrettiğinden habersiz, kızına uykudan önce hikayesi olarak bu kitabı okumaya devam ederdi.
Bütün bunlar usta bir oyuncunun verdiği dersti, Nancy Joyner’ın muhteşem bir performansıydı. Bu performansı sergilemek annesinin ısrarla bu kitaba dönmesinin asıl sebebiydi. Kitabın sonunda, çok farklı sebeplerden de olsa, ikisi de ağlıyor olurdu.
“Acıtıyor mu?” diye sordu Tavşan.
“Bazen,” dedi Deriden At. “Gerçek olduğunda canının acımasını dert etmiyorsun.”
Louise, Berkeley’de, aynı alıntıyı koluna dövme yaptırmış bir kızla çıkmıştı ve kendine bir kalemin ucuna tutturduğu iğnelerle dövme yaptığını duyduğunda hiç şaşırmamıştı.
Kadife Tavşan mazoşizmi aşkla karıştırıyordu, insanı derin bir yalnızlık hissiyle dolduruyordu. Ayrıca Deriden At da neyin nesiydi?
Louise kendi yaşadıklarını Poppy’e yaşatmayacaktı. Bu evde Kadife Tavşan diye bir şey olmayacaktı, bunun için kavga etmesi gerekirse bile.
“Kütüphaneden aldığımız yeni kitaplarını üzeceksin ama,” dedi Louise ve anında Poppy’nin gözleri büyüdü. “İlk önce onları okumadığın için çok üzülecekler. Onları ağlatacaksın.”
başlık
Poppy’e yalan söylemek çok kötü hissettiriyordu, cansız objelerin duyguları varmış gibi davranmak manipülatif geliyordu fakat her yaptığında Louise kendini gittikçe daha az suçlu hissediyordu. Annesi çocuklukları boyunca onları düpedüz yalanlar ve sahte sözlerle manipüle etmişti (elfler gerçek ama ancak yolculuk boyunca sessiz olursanız onları görebilirsiniz, köpeğimiz olamaz çünkü köpek alerjim var) ve bu yüzden Louise kendi çocuğuna her zaman dürüst ve açık olacağına dair kendine söz vermişti. Tabii, Poppy konuşmaya erken başlayınca bu sözüne sadık kalamamıştı ama yine de annesi kadar bu yönteme bağlanmamıştı. Bu onun için önemliydi.
“Ağlayacaklar mı?” diye sordu Poppy.
Lanet olsun anne.
“Evet,” dedi Louise. “Tüm sayfaları ıslanacak.”
Tanrıya şükür tam bu anda telefonu, ailesinden gelen bir arama olduğu anlamına gelen çılgın kuş cıvıltıları ve gittikçe artan sesiyle Summit şarkısı, çalmaya başladı. “Annem ve Babam” veya “Honey Teyze” yazısını görmeyi bekleyerek ekrana baktı. Bunların yerine ekranda “ “Mark” yazıyordu.
Parmakları buz kesti.
Paraya ihtiyacı vardır diye düşündü Louise. San Francisco’da ve kalacak bir yeri yok. Tutuklandı ve annem ve babam artık yeter dedi.
“Mark,” diye cevapladı Louise, nabzının boğazında attığını hissedebiliyordu. “Her şey yolunda mı?”
başlık
“Oturman gerek.” dedi Mark.
Louise hemen ayağa kalktı.
“Ne oldu?” diye sordu.
“Sakın korkma.” dedi Mark.
Louise korkmaya başladı.
Bu metnin redaksiyonu Aylin Efe tarafından yapılmıştır.
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş: