Küçükken ölümü delicesine merak etmek, nasıl bir şey olduğu hakkında sürekli okumak ve akıl yürütmek ve onu daha yakından tanımak için hekimliği seçmek… Vakti geldiğinde onun karşısında durmak ve bütün gücünle ona direnmek. Paul Kalanithi, Son Nefes Havaya Karışmadan kitabında hayatını bizzat kaleme alıyor ve çocukluktan beri aradığı ölümü anlatıyor okuyucuya. Ben de dilim döndüğünce onun hekimlikten hasta yatağına düşüşünü ve hayatı başarılarla dolu bu adamın üzerimde bıraktığı etkiyi anlatmak istedim sizlere. İşte karşınızda ölümü anlamak için nörocerrahiyi seçen ve kariyerinin zirvesindeyken ölümle bizzat tanışan Paul Kalanithi’nin öyküsü. Keyifli okumalar!
Amaç Peşinde Bir Hayat ölümü
Çocukken birçok şey olmak isteriz. Benim hatırladığım ilk şey hekim olmak istediğimdi. Uzun süre de bu şekilde devam etti. Kalanithi de, babası hekim olan ve daha sonra abisinin de hekimliği seçtiği bir ailede büyümüş. Ölümün insanla olan ilişkisine olan merakı, ölümü keşfetme isteği Kalanithi’yi başta her ne kadar felsefeye ve yazar olmaya yönlendirse de o en sonunda hekim olmayı seçmiş. Buna rağmen okumaya ve yazmaya olan ilgisini de hiçbir zaman kaybetmemiş. Stanford Üniversitesinde biyoloji ile beraber İngiliz Dili bölümünde çift anadal yapmış. Yine aynı üniversitede İngiliz Edebiyatı’nda yüksek lisans yaptıktan sonrada Cambridge’te Bilim Tarihi ve Felsefesi okuyan Kalanithi, en sonunda Yale’de Tıp okumuş. Kısacası ölümü keşfetmeyi kendine amaç edinmiş ve bunun için eğitim hayatında en çok fayda görebileceği dalları seçmiş.
Hekim Olmak
Kalanithi’nin hekimlik hayatı kendisi için biraz yürek burkan bir süreç olmuş. Aslında onun hikayesiyle beraber benim de yüreğim burkuldu. Hekimleri ve cerrahları sadece bize gösterdikleri kadar tanıyoruz. Oysa kimliklerinin arkasında ne duygular gizliymiş! Her cerrah için geçerli olmasa da Kalanithi için geçerli olan bu ağır ve sorumluluğu yüksek duygular, onları keşfettikçe okuyucunun da üzerine biniyor.
Cerrah olmak Kalanithi için başlarda sıradan, öğrendiklerini uyguladığı bir rutinden ibaretmiş. Yani ne öğretildiyse onu yapan, hastasının duygularının ve yaşamının çokta farkında olmayan, sadece hastayı iyileştirmeye kanalize olmuş bir şekilde yürütmüş bu mesleği. Daha sonra okudukları ve yaşadıkları ışığında ve meslek etiğinin de içinde biraz bocaladıkça bir hastanın sadece hasta olmadığının farkına varmış. Bu farkındalığı ”Bir hekimin görevi ölümü savuşturmak ya da hastaları eski yaşamlarına kavuşturmak değildi. Önemli olan yaşamı altüst olmuş bir hastanın ve ailesinin koluna girmek ve ayaklarının üstüne basıp durumla yüzleşmelerini ve kendi hayatlarının anlamını keşfetmelerini sağlamaktı.’” sözleri ile anlatıyor Kalanithi.
Devamlı olarak ölümü keşfetme isteğinden bahsettim sizlere. Evet, Kalanithi’nin en büyük merakı ölüm ve hem stajı hem de nörocerrahi kariyeri boyunca belki onlarca ölüme ve yitip giden hayata şahit olmuş. Bir insan ölüme yaklaşmadan, ölüm korkusunu yaşamadan, sadece okuyarak ve ameliyathane odalarında başkalarının son nefesine şahit olarak ölümü tam anlamıyla keşfedebilir mi? Peki ölümü anlamak için en yakınlarını, arkadaşlarını kaybetmek ölümü anlamaya yeterli mi? Peki ya bütün hayatını ölüm hakkında düşünerek ve anlamaya çalışarak geçirmek, bir gün ölüm kapınızı çaldığında hazırlıklı olacağınızın garantisini verebilir mi? Cevap hayır sevgili okur.
Ölümü Tanımak son nefes havaya karışmadan
Kalanithi belki onlarca ölüm görmüş ama onunla gerçekten tanıştığı, yüz yüze geldiği ilk an kanser olduğunu öğrendiği an olmuş fikrimce. Bitmek bilmeyen ağrılarını, ani ve hızlı kilo kayıplarını görmezden gelemediği bir gün; yapılan tahliller ve taramalar sonucunda akciğer kanseriyle yüzleşmek zorunda kalmış. Her gün hekim olarak gittiğiniz hastanede beyaz önlük yerine mavi bir hasta kıyafeti giyerek bütün çalışma arkadaşlarınızın gözü önünde tahlillere ve taramalara girdiğinizi düşünün. Hekimken hastaya dönüşmek bir kanser teşhisi kadar yakın hepimize.
Hekimlikten Hasta Yatağına
Kalanithi hasta olduğunu öğrendikten sonraki ruh halini ”Hayatım boyunca hayalini kurduğum ve gerçekleştirmeye çok yaklaştığım bütün bir gelecek, onlarca yıllık emek, bir anda buharlaşarak havaya uçtu.” sözleri ile aktarıyor. Geçirdiği uykusuz dönemlerden, ameliyatlardan, verdiği onlarca tahlilden ve girdiği birçok taramadan sonra, ”Biz doktorlar, hastalarımıza yaşattığımız cehennem azabından ne kadar da habersizdik.” cümleleri ise hekim rolünden hasta rolüne geçişini çok iyi anlatıyor. O bu ağır süreçleri belki birçok defa yaşamıştı fakat hasta olarak değil, hekim olarak. Ameliyatlara bir cerrah olarak girmekle bir hasta olarak girmenin farkını ancak deneyimleyerek anlamış. Bütün bu deneyimler gibi ölümün gerçekliğini ve ne kadar yakınında olduğunun da ancak o zaman farkına varmış.
Neden Ölümü Çağırmak?
Toplum içinde yaygın bir inanış vardır, bir şeyi kırk kere söylersen sonunda olur. Bir başka versiyonu ise ”Kötüyü çağırma durduk yerde,” deyimi olabilir. Bu iki cümlenin oldukça farklı varyasyonlarına rastlamak mümkün fakat ben bu ikisi üzerinden yola çıktım ve aslında Kalanithi’nin yaşam öyküsünde ne kadar büyük bir yer kapladıklarını gördüm. Düşünün, daha lisedeyken ölümün ne olduğu arayışına giriyorsunuz ve bu konu hakkında olabilecek bütün kaynakları okuyorsunuz. Okumak yetmeyince biyolojiye adım atıyor, ardından da tıp okuyorsunuz. Kadavralar ile haşır neşir olmak da yetmiyor; yaşamla ölüm arasındaki en önemli bağlantıyı sağlayan beyni, yani nörocerrahiyi uzmanlık alanı olarak seçiyorsunuz. Peki ya sonra? Sonra bir gün akciğer kanseri olduğunuzu öğreniyorsunuz.
Kalanithi, taramaları gördükten sonra öleceğini anladığını söylüyor kitapta. Zaten bir gün öleceğini bildiğini, ama bunun yüzüne çarpılmasındaki tek farkın o gün mü yoksa beş ay sonra mı öleceğini bilmediğini belirtiyor. Kendisini umutsuzluğa sürükleyenin de bu olduğunu söylemeyi es geçmiyor. Uzun tedavi süreçleri, kemoterapiler ve iyiye giden bir tedavi sonucunda bir gün kanser en iyi tanıdığı bölgeye sıçrıyor. Beynine. Kötüyü çağırma inancı işte tam burada dank etti kafama. Dediğim gibi Kalanithi ölümü en iyi anlayabileceği dalı nörocerrahi olarak gördüğü için bu alanda uzmanlaşmış.
Ölüm de kapısını çaldığında Kalanithi’nin en iyi bildiği dünyayı seçmiş. Bütün hayatın boyunca ölüm gerçekliğinin peşinde koşmak ve pes etmemek, en sonunda onun seni en iyi olduğun yerde köşeye sıkıştırması ölümü çağırmak değil de nedir?
Bazıları tesadüf diyebilir fakat benim için bu hayat hikayesinin en yürek burkan kısmı bu oldu. Ölümün pençesinden kurtardığın onlarca hastan varken, ölüm gelip seni seçtiğinde hiçbir şey yapamamak. Öylece yatmak, ilaçlar almak ve kendi deneyimlerini kullanamadığın için hayatını başka hekimlere teslim etmek. Gençken girdiği ameliyatlarda kendi hataları da olmuş ve başkalarının hatalarına da denk gelmiş, yıllarca süren deneyimlerde artık hataya yer bırakmayan bir cerrah olarak kendini ameliyat edememek ve bilinmeze yürümek çok zor olmalı.
Son Söz son nefes havaya karışmadan
Kitabın sonunda Kalanithi’nin eşi Lucy’den bir epilog var. Lucy, ”Bu kitap zamana karşı yarışan ve söyleyecek önemli sözleri olan bir adamın telaşını taşıyor.” diyor. O kadar doğru bir cümle ki! Kitabı okurken gerçekten de zamana karşı bir yarış olduğunu ve Kalanithi’nin sözlerinin ne kadar doğru olduğunu anlayacaksınız. Bu kısıtlı zamana ve bu telaşa rağmen Kalanithi hekim olmayı, cerrah olmayı, umut ve amaç dolu bir hayatı inanılmaz güzel aktarmış okuyucuya. İçindeki yazarı ortaya çıkarmak için son bir şansı kalan ve onu olabilecek en iyi şekilde sunan bu adamın öyküsüne söylenecek her son sözün yersiz olduğunu düşünüyorum.
son nefes havaya karışmadan son nefes havaya karışmadan
Hem kitabı okurken hem de bu yorumu yazarken duygusal anlamda çok zorlandığımı belirtmek isterim. Her ne kadar bir veteriner hekim adayı olsam da beşeri hekimlik ile oldukça yakın bir eğitimden geçiyoruz. Hekim olmanın ağırlığı ve hastanın sadece bir hasta olmakla kalmadığını, hekim olmakla hasta olmak arasında ne kadar ince bir çizgi olduğunu anlatan Kalanithi; benim için hem bir rehber hem de saygıyla anacağım bir insan oldu. Hepinizi, beklentisiz başladığım ama yüreğimi böylesine burkan bir yaşam hikayesi olan Son Nefes Havaya Karışmadan’ı okumaya davet ediyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere sevgili okur.❤️
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş :
Sabah kalktım. Dışarı çıktım. Güneş parlak harika. Arkadaşlarla buluştum. Geç kaldım. Öğretmen kızdı. Sabah kalktım. Dışarı çıktım. Güneş parlak harika. Arkadaşlarla buluştum. Geç kaldım. Öğretmen kızdı. Sabah kalktım. Dışarı çıktım. Güneş parlak harika. Arkadaşlarla buluştum. Geç kaldım. Öğretmen kızdı. Sabah kalktım. Dışarı çıktım. Güneş parlak harika. Arkadaşlarla buluştum. Geç kaldım. Öğretmen kızdı. Çünkü ya da veya. Ve. de. Belki. Öyle ki. veyahut. Çünkü ya da veya. Ve. de. Belki. Öyle ki. veyahut. Ancak ve ancak. Ama lakin fakat. Mademki yalnız.
Ama fakat lakin son nefes havaya karışmadan
Güneş parlak harika. Arkadaşlarla buluştum. Geç kaldım. Öğretmen kızdı. Sabah kalktım. Dışarı çıktım. Güneş parlak harika. Arkadaşlarla buluştum. Geç kaldım. Öğretmen kızdı. Sabah kalktım. Dışarı çıktım. Güneş parlak harika. Arkadaşlarla buluştum. Geç kaldım. Öğretmen kızdı. Sabah kalktım. Dışarı çıktım. Güneş parlak harika. Arkadaşlarla buluştum. Geç kaldım. Öğretmen kızdı. Çünkü ya da veya. Ve. de. Belki. Öyle ki. veyahut. Öyle ki. veyahut. Çünkü ya da veya. Ve. de. Belki. Öyle ki. veyahut. Ancak ve ancak. Ama lakin fakat. Mademki yalnız.