Adalyn Grace’in çok sevilen eseri Belladonna, geçtiğimiz günlerde raflarda yerini aldı. Artemis Milenyum tarafından dilimize çevrilen Belladonna, üç kitaplık bir serinin ilk kitabı. Devam kitapları henüz yurtdışında da çıkmadı ancak ilk kitap ülkemizdeki okurlar tarafından da oldukça rağbet gördü.
Belladonna’nın, hem fantastik-romantik ve gizem temalarını sevenlerin, hem de gotik edebiyat okurlarının yeni gözdesi olacağına eminiz. Bugün de yazımızda, ruhların çevrelediği bu gotik maceraya atılmanız için beş sebebi derledik!
1. Ölümün Kol Gezdiği Bir Evren
Belladonna, genç-yetişkin fantastik türünde, yeni soluklu ve okuması keyifli bir roman. Aynı zamanda oldukça akıcı ve okuru çeken olay örgüsüyle tam bir reading slump kurtarıcısı. Kitap, gittiği her yere ölüm getiren Signa Farrow’un hikâyesini anlatıyor. Ölümle sürekli karşı karşıya gelen ama bir türlü ölmeyen Signa, ruhları görebiliyor. Signa ailesi öldükten sonra akrabalarının yanına yerleştiriliyor. Fakat bir süre sonra karakterin yanına yerleştiği tüm akrabaları da sırasıyla ölüyor. Signa’nın hayatta kalan son akrabası olan Hawthorne’ların yanına, Thorn Grove’a, gitmesiyle olaylar başlıyor. Serinin başlangıç kitabında Signa, sırlarla dolu ürpertici Thorn Grove’da bir dizi cinayeti çözmeye çalışıyor.
Ölümün kol gezdiği bir evren derken şaka yapmıyorum! Signa’nın görebildiği Ölüm, bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Hayaletlerin gerçek olmadığını düşünebilirsiniz ama Signa’nın gördüklerini görseydiniz bundan o kadar da emin olmazdınız. Belladonna’nın evreninde, ölen kişilerin ruhları etrafta dolaşıyor ancak bazı kurallar var. Ruhlar yaşadıkları bölgeden ayrılamıyorlar ve bedenleri yakılırsa tamamen yok oluyorlar. Oldukça farklı konusuyla Belladonna, ölümün soğuk ürperticiliğini her sayfada okura hissettiren bir roman.
2. Güçlerini Keşfeden Bir Kadın Karakter
Signa hikâye ilerledikçe, ruhları görebilmesinin yanı sıra başka yetenekleri olduğunun da farkına varıyor. Güçlerini “lanet” olarak görmeyi bırakıp onlara hükmetmesini okumak oldukça keyifliydi. Küçüklüğünden itibaren insanlar bu güçleri lanet olarak görüyor. Signa da aynı şekilde, onların lanetli olduğuna inanıyor ve her şeyi düzeltip normal bir yaşama sahip olmak istiyor. Bu yüzden, Signa’nın hem Thorn Grove ile hem kendisi ile ilgili sırları çözmesi gerekiyor. Ama normal dediğimiz sahiden nedir? Öğrendiklerinden sonra Signa normal bir yaşama sahip olmayı isteyecek mi?
Signa’nın hem alaycı ve dik başlı bir yüzü, hem de normal bir yaşama sahip olmak için maskeler taktığı bir yüzü var. Güçlü kadın karakterleri okumayı seviyoruz, Signa da hikâye boyunca kendi sınırlarını ve gücünü keşfeden bir karakter. Ben onu okumayı çok sevdim! Ayrıca Ölüm’ün, onu güçleri konusunda desteklemesi ve yardımcı olması çok güzeldi.
3. Gotik Edebiyat Esintileri
Belladonna bizi gizemli Thorn Grove’a doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Yeraltı geçitleri, demir şamdanlar, sırlarla dolu koridorlar, sarmaşıklarla kaplı kilitli bahçeler… Bu eski malikane, gölgelerinde ruhların dolaştığı kasvetli ve karanlık atmosferiyle adeta gotik edebiyatın içinden fırlamış! Balolar, görkemli tablolar ve puslu havalar da cabası.
Tüylerinizi ürpertecek Thorn Grove, bir o kadar da gizemli ve sırlarla dolu. Yani Belladonna, ruhları ve ölümü konu edinen bir roman için ideal bir ortamda geçiyor. Çünkü Thorn Grove okura, malikanenin karanlıklarında ortaya çıkması gereken saklı bir şeyler olduğunu haykırıyor. Signa Farrow burada koridorlardan geçiyor, ruhlar sessizlikte fısıldaşıyor ve gotik edebiyatın izleri biz okurları her sayfada etkiliyor.
Adımı söyleme,” dedi Signa. “Ölüm’ün ağzından duyunca kulağa bir lanetmiş gibi geliyor.” Ölüm güldü. Sesi kısık ve melodikti. Gölgeleri kıvranıyordu. “Adın lanet değil, Küçük Kuş. Tadını seviyorum sadece.
Belladonna, Adalyn Grace
4. Ağır İlerleyen Bir Romantizm
Ölüm ve Signa arasındaki ilişki, bir nefretten aşka klişesi. İlişkileri zamanla zorunlu bir ittifaka dönüşüyor ve ikilinin eğlenceli diyalogları, aralarında hissedilen yoğun çekimle birleşiyor. Bu çiftin sahnelerini okumak her açıdan muazzamdı. Aralarında yavaş yavaş çatırdayan o kıvılcımlar oldukça etkileyiciydi, dinamikleri müthiş işlenmişti. İki karakter de okuru hemen kendilerine çekiyor ve siz kendinizi daha fazlası için heyecanlanırken buluyorsunuz!
Signa’nın mavi-altın gözleriyle, Ölüm’ün gölgelerinin uyumu… Ölüm’ün her anlamda Signa’yı desteklemesi ve onu cesaretlendirmeye çalışması öyle güzeldi ki. Çiftin her sahnesi, okuru nefessiz bırakıyordu sanki! Buna rağmen yazar, romantizmi olay örgüsünün önüne geçirmiyor ve dengeyi güzel bir şekilde sağlıyor. Sizin de bu ikiliye bağlanacağınızdan ve her sahneye bayılacağınızdan hiç şüphem yok.
5. Çiçekler ve Ölüm
Gelelim son maddemize, kitaba adını veren belladonna bitkisi. Belladonna, halüsinojenik etkileri olan bir bitki. Hatta M.Ö. Antik Roma’da en kötü şöhretli zehirlerinden biri. Signa hakkında etrafına ölüm getiren fakat “ölemeyen” bir karakter demiştim. Bu yüzden de Ölüm ile karşılaşabilmek için çeşitli yollara başvuruyor. Böylece belladonna böğürtlenlerini ölebilmek için bir nevi araç olarak kullanıyor. Aynı zamanda Throne Grove’un bahçesinde rastladığımız belladonnaların hikâyede önemli bir yeri var. Kitaptaki “Bir rivayete göre, birini öldürmek için beş belladonna böğürtleni yeterlidir.” alıntısı da bunu kanıtlıyor.
Çiçekler genelde yaşamla ve güzellikle ilişkilendirilirken, romanda bu bağlamda ölümle birlikte işleniyor. Bu zıt kavramların farklı bir açıdan bağdaştırılması, şahsen çok hoşuma giden bir detay oldu.
Nefretten aşka, seçilmiş kişi ve aşk üçgeni klişelerini seviyorsanız Belladonna’ya mutlaka şans vermelisiniz. Üç kitaplık serinin ikinci kitabı Foxglove, bu yılın ağustos ayında yurtdışında çıkacak. Serinin devam kitaplarını oldukça merak ediyorum.
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş: