Merhaba sevgili Bibliyoraf okurları! Konusu sebebiyle neredeyse her bookstagram hesabının gözdesi olan ve çok sevilen Erdem Yılı’nın incelemesi ile sizlerleyim. Erdem Yılı’nda kadınlar ikinci sınıf vatandaş olarak görülüyor ve genç kızlar bir hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Ben de ele aldığı konular sebebiyle, çoğunluğa katılarak, Erdem Yılı’nın kesinlikle üzerinde konuşulması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Gelin hep birlikte kitabın içeriğine biz göz atalım.
Erdem Yılı Ne Anlatıyor?
Kitap, 16 yaşına gelmiş adet gören kızların toplandığı ve erdem yılı adında bir yere gönderildiği bir kasabada geçiyor.. Orada neler yaşandığını kimse bilmiyor. Çünkü erdem yılı hakkında konuşmak yasak. Buraya giden kızların kendi sihirlerini keşfetmeleri ve bir yıl içerisinde sihirlerinden kurtulmuş şekilde geri dönmeleri bekleniyor. Yoksa ölüyorlar.
Bu kasaba ataerkil bir toplum anlayışı ile yönetiliyor ve kadınlar alt sınıf olarak görülüyor. Erkekler, baskıcı bir güce sahip. Erdem yılına gitmeden önce kızlar, evlilik çağına geldikleri düşünülerek kasabadaki bekâr erkekler tarafından seçiliyor. Seçilmeyen kızlar ise erdem yılından döndükten sonra çalışma kamplarında çalışmak zorunda kalıyorlar. Hikâyenin ana karakteri Tierney’nin de erdem yılına gitme vakti geliyor. Bir bilinmeze doğru yola çıkan Tierney, erdem yılında neler yaşayacak? Sihri ortaya çıkacak mı ya da gerçekten sihir diye bir şey var mı? Bu yılın diğerlerinden farkı ne olacak?
Fantastik mi, Distopik mi?
Erdem Yılı, tür olarak korku-gerilim olarak geçse de distopik unsurlar içerdiğine hemfikiriz. Ancak içerik sebebiyle, fantastiğe dahil olup olmadığına dair şüphe de barındırıyor. Çünkü en başından itibaren kadınların sihirli güçleri olduğuna inanılıyor. Hatta bu yüzden onlara canavar gözüyle bakıyorlar. Bu sihirlerin gençken ortaya çıktığını ve sihirlerini bastırılması gerektiğini düşünüyorlar. Bazı kızların ise bunu bastıramadığını ve gizlice sakladığını düşünerek onları idam ediyorlar. Kızlar da bu inanışla birlikte kendilerindeki gücün ne olduğunu merak ediyorlar. Erdem yılı boyunca da bu güçlerini keşfetmeye çalışıyorlar. İşte bu sihirli güçlerin olaylara dahil olmasıyla birlikte her şey karışıyor ve akıllara “fantastik mi?” sorusu geliyor. Bu sorunun cevabı kitabın sonunda etkileyici bir şekilde netlik kazanıyor.
Cinsiyet Ayrımcılığı
Kitabın en dikkat çekici noktalardan biri, kasabadaki kadınların sürekli eziliyor ve hor görülüyor oluşuydu. Erkeklerin yanında onların söz hakkı yok. Yani bariz bir cinsiyet ayrımcılığı vurgulanıyor. Üstelik bu, herhangi bir sebebe bağlanmadan, erkeklerin doğuştan hakkıymış gibi işleniyor. Kasabanın lideri tabii ki bir erkek. Hiyerarşik düzene göre de kendinden sonra yönetim oğluna geçecek. Aslında bu durumu ataerkil toplumların çoğunda görüyoruz.
Dünyadaki birçok toplum gibi bizim ülkemiz de ataerkil bir yapıyla yönetiliyor. Özellikle Doğu bölgelerinde bu konudaki ilerleme oldukça yavaş. Çoğu yerde kitapta olduğu gibi kadınlar ikinci sınıf muamele görüyor. Yani bu konuların kitaplara yansıdığını görmek şaşırtmıyor. Erkekler ve erkek çocuklar her konuda üstün tutuluyor. Ancak kız çocukları sosyal yaşantıları başta olmak üzere çoğu şeyden mahrum kalıyorlar. Aileden süregelen bu düzen devam ettiği müddetçe de değişim zor görünüyor.
Tüm bunların haricinde, kitapta evlilik çağındaki kızların kurbanlık koyun gibi erkeklerin önüne çıkarılması çok yanlış bir muameleydi. Yaşam tarzlarına göre erkekler kadınlara istediği gibi davranmakta özgürken, kadınlar yanlış anlaşılan ufacık bir hareketlerinde aşağılanıyorlar. Bir kadın olarak kitabın bu sahnelerini okurken sinir krizi geçirmeden edemedim. Fakat yazar Kim Liggett’in anlatmak istediği biraz da bu aslında. Yazar, bu tarz rahatsız edici durumların ne kadar yaygın olduğunu ve günümüzde bile hâlâ yaşanmakta olduğunu vurguluyor. Dikkat çektiği noktanın bu denli hassas olması, kitabı daha da değerli kılıyor.
Çiçeklerin Dili
Okuyanların çoğunun kitapta en sevdiği ayrıntılardan biri ise çiçeklerin dili. Kitapta çiçeklerin dili, “eski dil” olarak geçiyor. İnsanlar kasabaya ilk geldiklerinde hepsi farklı dillerde konuştuklarından, birbirleriyle anlaşmak adına bu dili geliştirmişler. Her çiçeğin, hatta her rengin farklı bir anlamı var. Rahat bir iletişim sağlamasa bile duyguları ifade etmek için bu yöntemi kullanıyorlar. Örneğin beyaz leylak masumiyetin sembolü iken, mor süsen ümidin sembolü.
Ailelerimiz buraya göç ettiğinde birçok farklı dil konuşuluyormuş, tek ortak dil çiçeklermiş. Birine özür dilerim, iyi şanslar, sana güveniyorum, senden hoşlanıyorum demenin ya da hatta beddua etmenin yolu çiçeklermiş. Neredeyse her duygu için bir çiçek var.
Erdem Yılı, Kim Liggett
Erdem Yılı’nın İlham Kaynağı
Kitabın teşekkür kısmında yazar, bu kitabı yazmaya başlamasına sebep olan olayı anlatıyor. Bir gün tren istasyonunda trenini beklerken, önünde 13-14 yaşlarında bir kız olduğunu görüyor. Kızın neşeli bir şekilde ailesinin yanında duruşunu ve yüzündeki ifadeyi inceliyor. Onun genç kızlığa adım attığı bu dönemde etrafına yaydığı enerjiyi fark ediyor. Daha sonra yanlarından geçen orta yaşlı bir adamın da kıza baktığını görüyor. Daha doğrusu meşru bir hedef olarak tepeden tırnağa süzdüğünü. Ardından başka bir kadının ise kıza hem imrenerek hem acıyarak baktığını fark ediyor. Tren anonsuyla birlikte ailesi kızı trene bindiriyor. Kız gülerek el sallarken ailesinin yüzüne bir rahatlama ifadesi yerleşiyor. Kızlarını yatılı okula gönderen ebeveynler, bir seneliğine daha onu bu gözlerden uzak tuttuğunu düşünüyorlar. İşte yazar o an anlıyor ki, bunu kendimize biz yapıyoruz. Trene bindikten sonra ağlayarak bu kurguyu yazmaya başlıyor.
Yazarın Kalemi ve Diğer Kitapları
Erdem Yılı, akıcı bir anlatıma sahip ve oldukça sürükleyici bir kitaptı. Zaten konusu da yeterince merak uyandırıcı olduğu için kitabı hiç sıkılmadan okudum. Kitabı birinci kişi ağzından, yani Tierney’nin bakış açısından okuyoruz. Onun hem isyanlarına hem de mutluluklarına şahit oluyoruz. Ayrıca kitabın kısa bölümlerden oluşması da okumayı kolaylaştıran faktörlerden.
Kim Ligget’ın bugüne kadar çıkmış 5 kitabı var. 2018’de yayınlanan The Unfortunates kitabı hariç bütün kitaplarını Yabancı Yayınları dilimize çevirdi. Yine aynı yıl çıkan Heart of Ash kitabı, Külün Kalbi adıyla ve 2017 yılında çıkan The Last Harvest: A Novel kitabı da Son Hasat adıyla çevrildi. Yazarın ülkemizde bir dönem oldukça popüler olan diğer kitabı ise Blood and Salt, yani Kan ve Tuz. Korku-gerilim türünde olan bu kitap da çıktığı dönemde yazarın adını geniş kitlelere ulaştırmıştı.
Çok keyifle ve ağır duygu geçişleriyle okuduğum bu kitabın incelemesini sizlerle de paylaşmak istedim. Kitap, kadınların ve kız çocuklarının toplum içerisinde gördükleri muameleye bir dur demeleri gerektiğini anlatıyor. Hatta bir noktada yol gösterici bile diyebiliriz. Özellikle annelerin kız çocuklarına bu görüşü aşılamaları ve bunun bilinciyle yetiştirmeleri gerekiyor bana kalırsa.
Daha bilinçli, daha özgüvenli ve daha güçlü. Bir filiz halindeki bu düşüncenin büyüyüp kocaman bir ağaç olduğunu ve gölgesinin tüm dünyayı kapladığını görmek dileğiyle…
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş: