Sevin Okyay Bibliyoraf Okurlarının Merak Ettiği Soruları Yanıtladı!

Sevin Okyay Bibliyoraf Okurlarının Merak Ettiği Soruları Yanıtladı!

Yayın sektörünün duayen isimlerinden Sevin Okyay’ı bir çoğumuz Harry Potter serisine yaptığı çevirilerle tanıdık.1964 yılından beri çeviri yapan Sevin Hanım aynı zamanda yazar, eleştirmen, radyo programcısı ve gazeteci. sevin okyay

Biz de kendisine hem son yaptığı çeviriler hem de kariyeri hakkında birkaç soru yönelttik. Kendisi de bizi kırmayıp bu soruları cevapladı. Sevin Hanım’a mütevazı kişiliği ve sorularımızı cevapladığı için teşekkür ederiz.

Bibliyoraf: Sevin Okyay kimdir, kim değildir? Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?

Sevin Okyay: Bunu nasıl cevaplandırabilirim ki! Yani, çevirmen, sinema yazarı, genelde müzik, özelde caz yazan biri. Spor yazısı yazmaya da içi gider ama yayınlayacak yer bulmak zor. Ne çok şey yapıyorsun derler ya, yalan. Aslında sadece yazı yazıyor, ilgi alanları değişik. Belki de bu yüzden kendine güvenmez, çünkü ne kadar yazsan, sadece bir konuda derinleşmiş kişi kadar bilemezsin, yazamazsın. Hikâye yazmak isterdi, birkaç tane yazdı da. Ama vakit kalmıyor ki. Bir de, bilgisayarda oyun oynamayı seviyor. Sinemaya, konsere gitmeyi de sever ama artık yollarını unutmuştur herhalde. Gerçi Antalya’da Perge Salonu’nda klima vurgunu yiyene kadar hayli belgesel izlemişti. Birkaç kişilik meclislerde konuşmayı sever, dinleyici karşısına çıkmaktan hiç hoşlanmaz, eli ayağına dolaşır. Öyle bir şey…

başlık

Bibliyoraf: Çevirmenlik serüveniniz nasıl başladı? Başka bir hayatta Sevin Okyay başka bir sektörde, farklı bir meslek deniyor olur muydu?

Sevin Okyay Bibliyoraf Okurlarının Merak Ettiği Soruları Yanıtladı! - Bibliyoraf

Sevin Okyay: Çevirmen olur muydu bilmem. Ama iki yıl İngilizce okuduktan sonra ille de bu dilde beğendiğim şeyleri Türkçe olarak sunmak merakına kapıldığım bir gerçek. Yazarlık merakım ise (öğretmenlerim kompozisyonlarımı beğendiği için olsa gerek) ilkokuldan beri var ve devam ediyor. Önce iki kırtasiyeci arkadaşın aracılığıyla İnkılâp’a bir Georgette Heyer çevirdim. On dokuzuncu yüzyılda Londra’da geçen bir polisiyeydi. Kahramanımız da ağzı bozuk bir hırsız. Cidden perişan oldum. Rızapaşa Yokuşu’ndaki Redhouse’da, kapağında “Slang/Argo” kelimesi geçen her sözlüğü satın aldım. Ama yayınevi kitabı basmadı. Heyer’in çok satan aşk romanlarından biri sanmış olsalar gerek. Buna karşılık paramı verdiler (bin lira).

Sonra Arkın Yayınevi’nin çevirmen aradığını duydum, gazete ilanıydı galiba Zaten Sirkeci’de çalışıyordum onlar da Cağaloğlu Yokuşu’ndaydı. Altmış kitaplık bir seriymiş. Gözlüklü bir bey, bana İnsan Vücudu’nu verdi. Tam Heyer’den sonra kendimi artık tecrübeli bir çevirmen, her şeyin üstesinden gelecek biri olarak görmeye başlamışken durumun böyle olmadığını anladım. Aksi gibi okulda biyolojiyi de İngilizce okumuştuk. Pars Tuğlacı’nın sözlüğü (Biyoloji, Kimya, Fizik, bir şey daha) olmasa hayatta altından kalkamazdım. Bu seferki basıldı. Gözlüklü bey de meğer Rekin Teksoy’muş, ilk editörüm.

Sevin Okyay başka bir sektörde başka meslek denemekle hayatını değiştiremezdi. Denemiştim çünkü, olmuyor. Politika Gazetesi’nde çalışmaya başladım. Bugün de aynı camiadayım, neredeyse çeyrek yüzyıldır NTV’de çalışıyorum. Çeviriler de berdevam.

başlık

Biliyoraf: Çevirmenlik, yazarlık, eleştirmenlik, gazetecilik gibi birçok mesleği aynı anda yürütüyorsunuz. Bu alanların hayatınızı farklı noktalarda beslediklerini düşünüyor musunuz? Bu çalışmalar Sevin Okyay’ı farklı parçalara mı bölüyor yoksa tamamlıyor mu?

Sevin Okyay: Dediğim gibi, aslında yazarlık yapıyorum. Sonuçta hepsi yazmakla ilgili. Çok okuyan bir annenin çok okuyan çocuğuydum. Müziğe, sinema ve tiyatroya, hatta spora olan ilgimi de ona borçluyum. Ancak bu saydığınız mesleklerin farklı yanları da var elbet. Belki de başından bu yana (arada söylensem, homurdansam da) hepsini severek yaptığım için onlardan hoşnut sayılırım. Hepsi beni farklı noktalarda da besliyor elbet. Bölmekten ziyade bütünlediklerini düşünüyorum.

Bibliyoraf: Uzun yıllardır çevirmenlik yapıyorsunuz, sizce dünden bugüne çevirmenlik ve yayın sektörü nasıl değişti ve gelişti?

Sevin Okyay: Bugün yayınevi, yazar, çevirmen ve belli bir dönemde yayınlanan kitap sayısı daha çok. Nicelik olarak açık bir artış var. Ama nitelik yönünden böyle olduğunu sanmam. Gerçi tam bir mukayese yapmak zor. Ben kitap okurluğuna da erken başladığım için, yaş itibariyle en eskileri hatırlayanlardan olsam gerek. Çevirmenler sanki daha iyi gibiydi gibi geliyor ama kitapların orijinallerini görmüyorduk; ezkaza görsek de zaten anlamıyorduk. Ancak, Türkçeleri su gibi akıp giden iyi bir Türkçeydi. Okuduğunu kolayca anlardın. Bugün bile o dönemden bazı bölümlerini hiç unutamadığım çeviriler vardır.

Yayınevleri daha çok elbet, okurları ilgilendiren konular da çeşitlendi. Hayat koçları istekli bir okur kitlesi buluyor, herhangi bir dalda uzman olanlar da öyle. Polisiye aldı yürüdü. Gerçi o zamanlar da eksikliği çekilmezdi. Kendi payıma Akba Yayınevi’nden çıkan polisiyeleri unutamam. Ak Yayınevi hayli arkadan gelirdi. Dönemin çok satan yabancı yazarları (A.J. Cronin, örneğin) unutuldu gitti. Bir dönem star olan Steinbeck de öyle. Daphne Du Maurier, Hitchcock desteğiyle ayakta kaldı. İstrati’nin yeniden basılmaya başlandığını sevinçle görüyorum. Gençliğimden unutmadığım yayınevleri Milli Eğitim Bakanlığı ve Varlık’tır, öncelikle. Biz yazan, hele de çeviren tayfası için durum pek değişmedi, hâlâ “Yangında İlk Atılacak” muamelesi görüyoruz.

başlık

Bu arada, uzun cevapları hak eden böyle sorular soruyorsanız eğer, en fazla beş tane sormakta yarar var. Yoksa cevap sahibi işi ister istemez özete döküyor.

Bibliyoraf: Çevirmenlikle ilgili unutamadığınız bir anınız var mı?

Sevin Okyay: Çok var. Örneğin, eskiden bazı yayınevi sahiplerinin (ki bu ünvanı hak etmiyorlardı aslında) kanundaki açıktan yararlanarak zaten yapılmış ve basılmış çevirilerin her sayfasında iki kelime değiştirmek suretiyle kendi çevirilerinin yeni olduğunu iddia edebiliyorlardı. Başka? Ne bileyim, ben bitirdiğim bir Howard Fast çevirisinin uzunluğu (yani, orijinalin uzunluğu) iddiasıyla hayli kesildiğini bilirim. Patron, “Sen kesmezsen ben keserim,” deyince aslında ‘ehveni şer’ deyip aslında ben kestimdi. “Yirmi formada kesmezsek benim param kâğıda yetmez,” demişti. Çeviri dünyamın en büyük olayı ise Sabri Esat Siyavuşgil’in başlı başına bir çeviri dersi olan Cyrano de Bergerac’ıdır.    

Bibliyoraf: Keşke bu kitabı ben çevirseydim dediğiniz, içinizde ukde kalan bir kitap var mı?

Sevin Okyay: İngilizce dışındaki dillerden kitaplar var tabii, ama esas olarak şiirler var. Samuel Taylor Coleridge’ın The Rime of the Ancient Mariner / Yaşlı Gemici’sine gençken epeyce heves etmiştim. Arthur Rimbaud’nun  Le Bateau ivre / Sarhoş Gemi’sine ise daha da önceden. Ama asıl aklımın kaldığı, Blaise Cendrars’ın La Prose du Transsibérien et la Petite Jehanne de France’ından, Said Maden’in çevirdiği (kısaca) Trans-sib’dir. Şiir çevirmekten korktuğumu düşünürseniz eğer, doğrudur derim. Bende elhak manzumeci ruhu vardır ama şair ruhu olduğundan kuşkuluyum.

başlık

Sevin Okyay Bibliyoraf Okurlarının Merak Ettiği Soruları Yanıtladı! - Bibliyoraf

 Bibliyoraf: Gerçekleştirdiğiniz projelerin yanında birçok okur sizleri Harry Potter sayesinde tanıma fırsatı buldu. Harry Potter serisi ile ilgili en sevdiğiniz şey neydi?

Sevin Okyay: İyi bir fikir olduğunu düşünüyordum. Karakterlerini de genelde severim. Rowling ‘fikr-i takip’ dediğimiz şeye dikkat eden bir yazardır. Bir yerde bir şeye ne demişse yedi cilt boyu unutmamış. Gerçi Voldemort’un asasından çıkan ölülerin sırasında bir hata yaptı ama, onu kendi de kabul eder. Son kitabın sonuna kadar hep ona bir kılıf uyduracak diye bekledim. Yapmama nezaketini gösterdi. Ama Sirius’u öldürdüğü için onu asla affetmeyeceğim. Öte yandan, her şeyi bir temele bağlayarak fazladan takdire hak kazanmıştır.

B: Seriyi çevirmeye başlarken bu kadar ilgi göreceğini düşünüyor muydunuz? Yayın noktasında kitabın çok önemli bir parçası olmak sizlere nasıl hissettirdi?

SO: Bunlar aklımdan bile geçmedi. Biz ikinci kitaba başladığımızda birinci kitap iki kere çevrilmişti (YKY’deki ikinci çeviri). Dışarıda yavaş yavaş bir fenomen haline geliyordu. Gece kitapçı önü kuyrukları, asalar, cüppeler falan… Ben nedir bu hengame diyerek ikinci cildin İngilizcesini alıp okumuştum. Gerçekten fikrini beğendim. Espriliydi ama sulu değildi. Yazarı anadilini biliyordu, mitolojilere hakimdi. Uydurduğu kelime ve kavramların (belki de ‘yarattığı’ demeli) mutlaka bir kökü, bir ilişkisi vardı. Kendimi kitabın çok önemli bir parçası olarak görmedim. Ancak, seriyi severim

B: Harry Potter serisini oğlunuz Kutlukhan Kutlu ile birlikte çevirmiştiniz. Çeviriyi yaparken aranızdaki dinamik nasıldı?

SO: Ben daha önce bir kere de Yıldırım Türker’le birlikte çeviri yapmıştım. İkimizin de her an kaytarmaya hazır olduğumuz, Yıldırım’ın senaryosunu yazdığı bir filmin altyazısıydı. Harry Potter’da ise, başlangıçta fantazyayı da, mitolojileri de benden iyi bildiği için Kutlukhan’dan bana danışmanlık yapmasını rica etmiştim. Ama Harry takvimi hep sıkışıktır.  Baktım bitmiyor, son 100 sayfayı yapar mı diye sordum. Onun için adı kapağa yetişmedi. Aslında bir kitabı Ülkü, bir kitabı biz çevirecektik. Ülkü çekildi, üçten itibaren hepsi bize kaldı. Takvim de daha sıkışık bir hâl aldı.

başlık

Yeni kitap gelince bir günde okurduk. Bölümleri “Bir bana, bir sana” usulüyle paylaşırdık. Ama nedense Privet Drive’da başlayan bütün ilk bölümleri Kutlukhan yapmış sanırım. Önce ayrı ayrı çevirip sonra bir araya geliyorduk, birbirimizin yaptığı bölümleri okuyup birbirimize giriyorduk. Birlikte okumayı kaldırdık. Herkes evine çekildi. Diğerinin bölümlerini redakte edip sahibine geri gönderdi. Sadece dördüncü kitap da aniden başımıza kalınca bir süre Kutlu’nun evinde çalıştık. Hiç uyumuyorduk galiba. Sonra başka birkaç kitabı da birlikte çevirdik, özellikle de Hayali Yerler Sözlüğü’yle iftihar ederim.

B: İki seçeneği de deneyimlemiş biri olarak, sizce bir kitabı ortaklaşa çevirmek mi yoksa yalnız çevirmek mi daha keyifli?

SO: Birlikte iyi çalışıyoruz ama gene de tek başıma çevirmeyi tercih ederim. Eminim Kutlukhan da eder. Zaten her çeviride başım sıkışınca ya da redaksiyon faslı gelip çatınca ona ve ablası Elif Kutlu’ya güvenirim. Elif, NTV Yayınları’nda Direktörümdü.

B: Çalıştığınız, çevirmenliğini üstlendiğiniz kitapları nasıl seçiyorsunuz? Öncelik verdiğiniz noktalar ya da belirli türler var mı?

SO: Genelde yayınevleri seçiyor. Beğenmiyorsan yapmazsın. Ben bir kere Aslıhan Dinç’in bana verdiği mis gibi kitabı beğenmeyince başımıza Hayali Yerler Sözlüğü kalmıştı. Üç buçuk yılda çevirdik, iki kişi. Editörümüz Selahattin Özpalabıyıklar’la birlikte üç sayılır. Kurmaca çevirmeyi severim ama mesela Arzunun Botaniği’ni de kurmaca olmadığı halde keyifle çevirmiştim. Yarısını bilgisayarda kaybedip yeniden çevirmemi saymazsak… (Aynı şey Cormac McCarthy’nin Yol’unun da başına gelmişti)

Tür olarak heveslendiğim, polisiye oldu. Yirmi yıla yakın NTV Radyo’da Cinayet Masası’nı yaptıktan sonra, niye polisiye çevirmiyorum diye düşündüm. Daha önce Kate Mosse’un Labirent’ini çevirmiştim. Çok sevdiğim bir kitaptı. Sonra aradan uzun yıllar geçti. TV dizisini izlediğim Cadfael Birader kitaplarının ilki olan Marazi Bir Kemik Merakı’nı çevirdim. Şimdi bir Dorothy L. Sayers’ım ve Raymond Chandler’ım da var. Cadfael’lerin üçüncüsünü yapıyorum. Sıradakilerden biri de The Friends of Eddie Coyle.

başlık

B: Çevirmen olduğunuz için kitapları farklı bir yaklaşım ve gözle okuyor musunuz?

SO: Bazen “mesleki deformasyon” denen belaya tutulduğum oluyor. Baskı hatalarından tutun da yorumlara kadar kafayı takıyorum. İnsan okuduğundan bir şey anlamıyor. Ama genelde iyi ve makul bir okur sayılırım.

B: Yakın zamanda İthaki Yayınları için William Shakespeare’den Macbeth ve Romeo ve Juliet kitaplarını çevirdiniz. William Shakespeare çevirmek sizin için nasıl bir deneyimdi?

Sevin Okyay Bibliyoraf Okurlarının Merak Ettiği Soruları Yanıtladı! - Bibliyoraf

SO: Öldürücü olmadı, çünkü daha önce ikisinin de hem sinemada altyazılarını, hem de NTV Yayınları’ndan çıkan grafik romanlarını çevirmiştim. Ki özellikle Macbeth bir rüya hariç hemen hemen eksiksizdir. Balonların içine metin sığdırmak zor oluyordu ama, Romeo ve Juliet’te de pek zorluk çekmedim. Kahramanlara karşı bakışım değişti belki. Romeo’nun o yaştaki kara sevdaları nedeniyle salağın teki olduğunu düşünmüşümdür hep. Bu sefer kendisine anlayışla yaklaştım. NTV ve İthaki çevirileri arasında bolca sahne oyunlarını, opera, bale, modern dans uyarlamalarını klasiğiyle çağdaşıyla izlediğim için belki de…

Shakespeare çevirmek çok sorumluluk isteyen, zahmetli ama “Oldu” diyebildiğinizde de ruha ferahlık veren bir deneyim. Önde gelen Britanya ve A.B.D. üniversiteleri belli başlı oyunların dipnotlu, önsözlü, açıklamalı versiyonlarını bastıkları için işimiz nispeten kolay sanki. Gene de bir tanesi sağlam altı ayınızı alır. Bende sırada bekleyen Othello ile Fırtına var. Allah ömür verirse onlar da bitebilir diyorum. Othello’yu daha önce de çevirip (tek kopya) sonra bir bilgisayar felaketinde kaybetmem kötü oldu tabii.

başlık

B: Çevirmen olmak isteyen gençlerle paylaşabileceğiniz en büyük deneyiminiz ve tavsiyeniz nedir?

SO: LCC Komple Sekreterlik kursunda çeviri dersimiz de var. Günün iyi çevirmenlerinden Seniha Yazıcıoğlu hanım gelirdi. Sakin, sabırlı bir hocaydı. En başta bize bir nasihat vermiş, çok işimize yarayacağını söylemişti: cümleyi kuyruğundan yakalamak. Önce komik gelmişti ama özellikle çok sayıda cümlecikten oluşan cümlelerde çok faydasını gördük. Ana cümleyi saptayınca, diğerlerini çevresine yerleştirmek kolaylaşıyor. Böylelikle en iyi çevirmenlerde bile görülen sentaks hatalarından da bir ölçüde kurtulursunuz.

B: Yazarlık serüveniniz nasıl başladı, sizi bu mesleğe yönlendiren ne oldu?

SO: Başlamadı, hep vardı sanki. Çok okurdum, ben de bir şeyler yazmak isterdim. Kompozisyon dersleri de umut verdi belki, kim bilir? Kendi kendime yazdım (elbette hepsini kaybettim), haber yazdım, program metni yazdım. Eleştiriler, çeşitli konularda gazete ve dergi yazıları yazdım. Bir-iki hikâye de yazdım. Kitaplar, genelde seçilmiş yazılardan oluşuyor. Arkadaş portreleri de var. Ama benim bildiğim anlamda yazar olamadım. Ne yapalım, eldekiyle idare…

başlık

B: Yazar Sevin Okyay ve çevirmen Sevin Okyay arasındaki en büyük fark nedir?

SO: Yazar olanı istediğini, kafasına göre yazıyor. Öteki ise özgün bir metne bağlı.

B: En son kitabınızı 2018 yılında yazdınız. Yakın zamanda sizden yeni bir kitap bekleyebilir miyiz? Ya da üstünde çalıştığınız yeni bir proje var mı?

SO: Bu çeviri işi devam ettikçe biraz zor. İstanbul yazıları (mazideki İstanbul, daha ziyade) diyebileceğim bir proje var. YKY’den bir yazı seçkisi çıkacak. Hikâye de yazmak istiyorum ama, istek var disiplin sıfır.

B: Bibliyoraf okurları için, en sevdiğiniz kitaplardan üç tanesini bizlerle paylaşır mısınız?

SO: Onca kitap arasından üç tane nasıl seçerim? Hadi, burada adı geçenlerden olsun. Biri TransSiberyen, biri Cyrano de Bergerac. Üçüncü de Alberto Manguel ve Gianni Guadalupi’nin Hayali Yerler Sözlüğü.  Bir de İtalo Calvino, hangisi olursa…

Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:

Yazıyı burada paylaş:

Kitapların kahramana dönüştüğü yer.
İnternet sitesi http://bibliyoraf.com
Yazı oluşturuldu 328

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.