Bu ay ön okuma köşemizde Sally Thorne var. Yazar, Nefret Oyunu ve %99 Benim gibi romanlarıyla hem yurt dışında hem de ülkemizde çok konuşuldu. Peki romantik komedi kitaplarıyla bu kadar çok konuşulmayı başaran bir yazar, ikonik Frankestein hikâyesini yazsa ortaya nasıl bir eser çıkardı? Esma Mina Yıldız1‘ın dilimize çevirdiği Angelika Frankenstein Makes Her Match kitabının ön okumasında bu soruya cevap arıyoruz. İyi okumalar!
1: Bu metin Esma Mina Yıldız tarafından Bibliyoraf.com için çevrilmiştir. Çevirmenin ve Bibliyoraf’ın izni olmadan başka bir sitede kullanılamaz.
İşte çok az bilinen minik bir bilgi: evler, gözlemleme yeteneklerinden gurur duyar.
Bakımlı bir ev, havayı, kasabanın dedikodularını, kim saygıdeğer bir misafir ve kim istenmeyen bir ziyaretçidir bilir. Ve her şeyden önce, sakinlerini tanır.
Londra’nın seçkin sokaklarındaki bir akıllı ev, ikinci kattaki bir yastığın altına saklanmış olan aşk mektuplarının içeriğini bilir. Tertemiz bir taş zemini ve şöminesine yeni atılmış kütüğüyle mütevazi birkulübe, gelecek salı akşam yemeğinde ne yeneceğini bilir. Bugün bir cekete ihtiyaç duyacak mısınız? Evinize sorun. Hangi hizmetçi o duygu dolu gözleri olan uşağa aşık? Hiçbir şey evin gözünden kaçmaz.
Ama ortada bir ihmâl varsa, ev huysuzlaşmaya başlar. Ve bizim hikâyemiz 10 kuşaktır Frankenstein ailesine ait olan Blackthorne Malikanesi adlı sakinleri tarafından hayal kırıklığına uğratılmış bir ev ile başlıyor. İngiltere’deki Salisbury köyünden hızlı bir yürüyüş uzaklığındaki bu ev; kemerleri, canavar şeklindeki heykelcikleri ve vitray camları ile gotik bir stilde inşa edilmişti. Blackthorne’nun camları Alphonse ve Caroline Frankenstein öldüğünden beri -yani tam olarak 11 yıldır- temizlenmemişti. Bu yüzden, ev, görebilmek için gözlerini kısmak zorunda kalıyordu ve etrafındaki arazi bulanık görünen porsuk ağaçları, atlar, başına buyruk bir domuz ve çürümeye mahkûm elmaların yetiştiği bir elma ağacından ibaretti. Bu arazi evin sakinleri tarafından dikkate alınmıyordu ve evin neredeyse hiç ziyaretçisi olmuyordu.
Pencere eşiklerine yeni bir kat siyah boya atılması saçma, imkânsız bir hayalden ibaretti.
Blackthorne, zayıflayan bir farkındalıktan, kötü bir ruh halinden mustaripti ve gözlem yapmak için neredeyse hiç isteği yoktu. Ama belki de işler değişmek üzereydi. Gece yarısından sonra ahırda -pardon, “laboratuvarda”- garip işler dönüyordu.
Kalan son iki Frankenstein orada ne işler çeviriyordu?
Büyük oğlan -hayır, Victor artık bir adamdı, aynadaki yansımasından memnundu ve ilk gençlik yılları boyunca kız kardeşini elinden gelen en iyi şekilde yetiştirmişti. Şakalarının yarısına güler, her başarısızlığı ve kusuru yüzünden onunla dalga geçer, üzgün olduğunda onunla yazı tura atar, yılda bir kez ona sarılır ve akşam eve gelmeyeceği zaman haber verirdi. Eskiden eve içki ve kadın kokarak gelirdi fakat şimdi kapı pervazlarına yaslanmayı ve Lizzie diye birinden gelen mektupları tekrar tekrar okumayı tercih ediyordu. Blackthorne, Victor’un bir “dahi” olduğunu düşünüyordu, herkesin bunun farkında olduğundan emin olan akıllı bir delikanlı. Tarih tarafından hatırlanmak istiyordu, ya da öyle saçma bir şey. Kuzey tarafındaki tepe dolusu kuru yapraklara sorulursa, o dahi eller tırmık tutarak çok daha fazla işe yarardı.
Kız -vefat etmiş olan kıymetli annesi Caroline’nın portresinden bile daha güzel olan 24 yaşındaki Angelika- günün yarısını geçirdiği banyo öncesi saçını örme işini, yarım gün süren bir meditasyon haline getirmişti.İş dikiş yapmaya geldiğinde ondan iyisi yoktu ama pencere perdelerinin sökük eteklerinin önünden umursamadan geçip giderdi. Marifetleri yıpranmış olsa da Blackthorne Malikanesi Angelika’nın, abisi atını hızla sürerek uzaklaştığı o günlerde neler çektiğini çok iyi biliyordu. Yavru köpekler gibi yastığına ağlar ve abisinin peşine takılmaya çalışırdı. Victor’un aksine onu sevecek özel biri yoktu ve hasreti, evi kara bulutlar gibi dolduruyordu.
Blackthorne Malikanesi şu kadarını biliyordu: Caroline ve Alphonse Frankenstein çocuklarını çok erken terk etmişti. Ve hazineleri altın ile parlıyor olsa da Angelika ve Victor onlara miras kalan evle aynı ihmalden mustaripti. Acil bir şekilde sevgiye ve bakıma ihtiyaçları vardı.
Ancak işler sarpa sarıyordu. Frankenstein çocukları uyuyor, yiyor, paralarını düşünmeden harcıyor ve güler yüzlü davranıyordu. Fakat hayatları sarmaşıklar ve mutsuzlukla çevrelenmişti.
“Yetim.” Victor babasının pantolonu giyerken kendi kendine fısıldadı.
“Yetim.” Angelika saçını daha da sıkı toplarken aynadaki yansımasına fısıldadı.
Mevcut durumu değiştirmek için bir şey, birisi ya da bir mucize gerekecekti.
Birinci Bölüm
Salisbury, İngiltere, 1814
Angelika Frankenstein, ideal erkeğinin sahip olması gereken özellikleri biliyordu. Ne yazık ki bu nitelikleri morgda bulması gerekiyordu. Abisiyle birlikte alışveriş arabalarıyla meyve sebze reyonuna girmek üzere olan iki müşteri gibi bodrum kapısının önünde dikiliyorlardı. Masaların üzerinde yaklaşık 30 ceset vardı.
“Şu kokuya hiç alışamadım.” Victor Frankenstein gömleğinin manşetini burnuna tutarak konuştu. “Acele et ve seç.”
“Hep acele ediyorum zaten.” Angelika parfüm kokulu mendilinin üzerinden konuştu. “Niye oyalanmak isteyeyim ki?”
“Çünkü en yakışıklısını seçtiğinden emin olmak istiyorsun.”
Angelika şaşkınlıktan donup kaldı. “Hiç de bile.”
“Bu gece ne kadar istiyorsun Helsaw? Victor, morg görevlisine sesini yükselterek sordu.
Helsaw, tırnaklarını gürültülü sesler eşliğinde yiyerek kapının önünde ters çevrilmiş bir kovanın üzerinde oturuyordu.
“Adedi bir şilin.” dedi Victor’a, sonra da yere tükürdü.
Victor düşündü. “Pazarlığa yer var mı? Bir şiline iki ceset?
Helsaw bağladıkları atlarına doğru başını salladı. “İkinizin de cepleri attan indiğinizde şıngırdadı. Beğenmiyorsan başka kapıya git.”
Victor gülümsedi. “İyi peki. Ne istersen öderim.”
“Ne kadar güzel pazarlık yapıyorsun, Vic.” Angelika sahte bir tatlılıkla abisini övdü.
Victor’un gülümsemesi sinsi bir sırıtışa döndü. “Sessiz ol Jelly, yoksa seni yetimhaneye yollarım.”
“24 yaşındayım, beni asla almazlar.” Ebeveynleri bu gece yarısı aktivitelerini görebilse kim bilir ne derdi?
Helsaw, kardeşlere ayrı ayrı iki fener verdi ve iç geçirdi. “Çekişmeye başladılar bile, bu akşam epey bekleyeceksiniz gençler,” dedi sayıları gittikçe artan tıp öğrencisi grubuna. Gençler homurdanıp pipolarını yaktılar.
İçeride, Angelika yeniden abisine döndü. “Bunu sadece adımı tıp tarihine yazmak için yapıyorum, senin adının yanına.”
“Ne kadar da naziksin,” Victor, düzeltmek için bir cesedin kolunu kaldırıp bükerken alayla söylendi. “Sırf sıkıntıdan ölmemek için bana yardım ediyorsun.”
“Bunu bensiz yapamayacağını ikimiz de biliyoruz.” Ağabeyinin onaylaması için bekledi. “Keşke yine seyahat edebilseydik.”
Victor kardeşine keskin bir bakış attı. “Vazgeç artık şu meseleden. Laboratuvarım olmadan, sürekli bavulla gezmekten nefret ettiğimi biliyorsun. Lizzie bir gelsin, sonsuza kadar evde olacağım.”
“Sonsuza kadar mı?” Angelika ölü bir adamın soğuk elini kaldırdı ve parmaklarını onunkilere kenetledi. Sonra da bileğini büktü. Sonsuza kadar aşksız yaşama ihtimali var mıydı? Hâlâ ağabeyinin gözetimi altında yaşayan beyaz saçlı yaşlı bir kadın mı olacaktı? “Eğer vasim ve ağabeyim olarak görevini yerine getirmiş olsaydın, şimdi burada olmazdım.”
Victor cevapladı. “Seni tanıdığım tüm bekar erkekle tanıştırdım. Kaderin olduğunu düşündüğün erkeklerle tiyatrolarda sohbetler açtım. Fal bakıcıları ziyaretlerin sırasında ses çıkarmadan oturdum. Anonim aşk mektupları ilettim ve bir keresinde bir düğüne itiraz ettim. Bir seferinde de dolunayın altında büyü yapmana yardım ettim. Tamamen bilime aykırıydı, ama yine de yaptım.”
Gerçekten de her an saçını yolabilirmiş gibi gözüküyordu.
Angelika devam etti. “Şunu demeye çalışıyorum, bir süredir bana yardım etmiyorsun. Lizzy’yi gördüğünden beri benim hedeflerimi unuttun. Bence kendi adını nasıl yazacağını bile unutmuş olabilirsin.”
“İsmi c yerine k ile yazılan kızın dediği şeye bak. Sana küçük bir öneri,” dedi Victor bir adamın göğüs kafesine bastırırken. “Erkekler önceden hazırlanmış bir listeden sorulan soruları sevmezler. Okuldan arkadaşım Joseph, seninle tanışmanın, uşak pozisyonu için mülakata alınmak gibi hissettirdiğini söylemişti.”
“Laboratuvardaki rolümü övüyorsun.” Hay Allah, Victor haklıydı. En sevdiğin renk nedir ve en güzel çocukluk anın hangisidir sorularının arasında bir yerlerde, erkekler birdenbire saatin ne kadar geç olduğundan ve eve uzun bir yol olduğundan bahsetmeye başlıyorlardı. “Bazen bir fincan çayı içene kadar karar verme hakkım oluyor. Bir erkekle ilgili her şeyi bilmeliyim, en kısa sürede.”
Victor bir cesedin dizini tavana doğru bükerek cevap verdi, “İş aşka geldi mi, içgüdülerini ve hislerini dinlemelisin. Bunu bana Lizzy öğretti.”
Taze aşkın kendini beğenmiş parıltısı üzerindeydi ve bu parıltı, Angelika’nın sinirlerini tepesine çıkarıyordu.
“Eğer tanışacak erkek kalmış olsaydı tavsiyene uyardım. Bir zamanlar o kadar çok talibim vardı ki aynı şunlar gibi sıraya giriyorlardı.” Angelika tıp öğrencilerinin ayakta pipo içerek bekledikleri kapıya doğru başını salladı. “Annemle babamınki gibi gerçek bir aşkı bulmak için sonsuza kadar vaktim var sanıyordum.”
“Vaktin var. Acele etmene gerek yok.”
“Bir erkek için söylemesi kolay. Seyahat etmek istiyorum. Kendi evimi istiyorum. Özellikle de ikiniz yakında evlenip, Blackthorne Malikânesi’nde baş başa kalmak isteyeceğiniz için. Eminim ki size yük olurum.”
“Evet olursun. Bu yüzden evlilik projene geri dönmüş bulunuyorum.” Victor karanlık odada etrafına bakındı. “Ee, buradan kimse hiçbir şeyden taviz vermeyi kabul etmeyen, bencil bir genç hanıma ait yakışıklı bir evcil hayvan olmak ister mi? Eğer gerçekten o kadar aptalsanız kendinizi belli ettiğinizden emin olun.”
Kimseden çıt çıkmadı.Angelika keskin bir bakışla abisine baktı. “Beni askeri baloda böyle mi takdim edecektin?”
“Hala ona mı kızgınsın? Haftalar önceydi bu.”
“Evet, ağabeyim beni askerlerle dans edebileceğim ve yeni komutanla tanışabileceğim bir yere götürmeyi reddettiği için kızgınım.” Elini beline koydu. “Biraz tuhaf ve üstün görünmem benim suçum. Hatta biraz cadıya benzer bir yanım olduğunu da kabul ediyorum. Hala evli olmamam benim suçum. Ama aynı zamanda senin de suçun.”
Victor elini, kardeşinin aynısı olan meşhur bal kırmızısı saçından geçirdi. “Daha fazlasını yapabileceğimi kabul ediyorum,” devam etti, “Ama köy danslarında çizgimi çekerim.”
“Lizzy bu danslara gitmek isteyecektir.” Ağabeyinin sevgilisi, en kısa zamanda Bayan Frankenstein olmak üzere bavullarını hazırlamakla meşguldü.
Victor, Lizzy’nin adının anılması üzerine gülümsedi. “Ancak o beni oraya sürükleyebilirdi. Biraz çabuk ol. Bu gece bir delikanlıyı seç ve eğer hayatta kalırsa, en güzel elbiselerini giyerek ona yatakta çay götürebilirsin.”
“Ah, tabii ki. Eminim dansa gitmek bir cesedi diriltmekten çok daha zor olurdu. Yapabildiği kadar içinde tutmaya çalıştı ama en sonunda cümlesinin absürtlüğüne kıkırdadı. “Peki kocacığım, lütfen gönüllü ol. Söz veriyorum bana kendinle ilgili hiçbir şey söylemek zorunda değilsin.”
Victor da gülüyordu, aynı zamanda odanın havalandırılmamış köşesinde öğürüyordu. “Başka kadınlar dantel ve şapka isterler. Benim küçük kız kardeşim ise kendine bir talip örüyor, ta penisine kadar.”
“Senden nefret ediyorum Victor. Hem de çok.”
Abisi samimi bir şekilde cevap verdi, “Ben de seni seviyorum.”
Angelika daha önce kontrol etmediği bir ceset buldu. Birden nabzının boğazında attığını hissetti ve Victor’un kahkahası arka planda kayboldu.
Tam önünde güzel bir adam yatıyordu, hayatının kavgasının zirvesinde donup kalmıştı. Öldüğüne inanamıyormuş gibi gözüküyordu. Kaşları çatılmış, çenesi sıkıca kilitlenmiş ve elleri yumruk yapılmıştı. Ölümle bir gladyatör gibi yüzleşmişti ve Angelika, bir gözünü açtığında kahverengi gözünde gösterdiği çaba o kadar belliydi ki, korktu ve adamı bıraktı. “Çok savaştın, değil mi?”
Hiçbir zaman gelmeyecek olan kızgın bir iç geçiriş için bekledi. Çok üzücüydü.
Kendisinden hiç beklenmeyen bir şekilde adamın bronz-kahverengi saçını yumuşak bir şekilde okşadı. Kendine hâkim olamamıştı. Saçı bir kedi kadar yumuşaktı. Gülümsemekten oluşan kırışıklıklarını ve uzun kirpiklerini fark etti. Düzgün tırnakları vardı ve tüm dişleri yerindeydi. “Seni güzel şey,” adama fısıldadı. “Benim olmak ister miydin?”
Yepyeni bir ilham bulmuştu. Daha önce kimsenin son şansı olmamıştı.
“Yalnız mısın? Korkuyor musun?” Derin bir nefes aldı ve sonraki soru için kendini hazırladı. “Bunu senin için yapabilir miyim? Geri dönmek ister misin?” Feneri titreşti, kapıyı duvara vuran bir rüzgâr esti. Eteği uçuştu. Helsaw bile elini göğsüne koydu ve şaşkınlıkla içini çekti. Angelika biliyordu. Bu ölü adamın cevabının ne olduğunu derinden biliyordu: Evet, evet, evet. Beni geri getir.
“Bu ürkütücüydü.” Victor umursamazca, içinde sıvı olup olmadığını anlamak için parmağını bir adamın göğsüne dokundurup durduğu köşeden cevap verdi. “Kimi buldun orada?”
Birdenbire hissetmeye başladığı yoğun duygulardan kurtulmak için boğazını temizledi. “Mükemmel birini. Onunla ilgili hiçbir şeyi değiştirmeyeceğim.”
“Deneyimiz bu değil,” Victor karşı çıktı. “Düşmanım, Jürgen Schneider-,”
Angelika sözünü kesti. “Ebedi düşmanının kim olduğunu çok iyi biliyorum.”
“O zaman orada burada, o muhteşem Alman laboratuvarı sayesinde zaten tek parça halinde olan insanları yeniden canlandırdığını da biliyorsun.” Victor bu adamı düşündüğünde sinirlenmeden edemiyordu. “Daha cesur olmalı ve onu yenmeliyim. İmkânsız dediği şeyi yapmalıyım. Benim başarım, sonradan birbirine dikilmiş birçok parçadan meydana gelmeli, Schneider’inkinden iyi olması lazım. Her şey yerli yerinde ve düzgün mü?” Angelika’nın yeni sevgilisine doğru başını salladı. Angelika, yakışıklı adamın belini örten pis kumaşı kaldırdı ve gördüklerini değerlendirdi. Son zamanlarda bolca anatomi kitabı okumuştu; muhtemelen gereğinden biraz fazla. Örtünün altında gördükleri sıradandı. Ve biraz yakından bakınca da göğsünün tıraşlı ve güçlü fakat sevdiği gibi kaslı olmadığını fark etti. “O…iyi görünüyor.”
Victor, dediklerinin doğru olup olmadığını anlamak için yaklaştı. Cesedin eklemlerini bükerken, “Muhtemelen bugün ölmüş. Muhteşem bir aday ve en az benim kadar yakışıklı.” Ayna bulmak için etrafa bakınırken, “Kafası bizde kalsın, kalanını kendimiz birleştiririz.” dedi.
Angelika, Victor’u bir sonraki masaya doğru takip etti. Sonra arkasına dönüp yakışıklı adama hızlı bir bakış attı.
Diğerlerinden farklı bir şekilde yalnız gözüküyordu.
İnceledikleri bir sonraki adam, 50’li yaşlarda kısa boylu bir adamdı. Adamın kolundaki bir şey Angelika’nın dikkatini çekti. “Bunun dövmesi var. ‘Bonnie.’”
Bonnie’nin bu geceki aktivitelerini onaylaması pek muhtemel değildi ve gerçekler birdenbire, Angelika’nın yüzüne bu hayali kadının yüksek ihtimalle çarpmak isteyeceği tokattan daha hızlı bir şekilde çarptı. Bu o kadar ani bir değişimdi ki Angelika hemen kendini yüksek sesle savunmaya başladı. “Muhakkak ikinci bir şans toprağa atılıp gitmekten daha iyidir, değil mi?”
Victor’la konuşmuyordu fakat o cevap verdi. “Biz yapmazsak onlar yapacak.” Başıyla kapı girişini işaret etti. “Aramızdaki fark, bizim bunu tersine döndürme şansımızın olması. Her ne kadar birkaç yıl geç kalmış olsak da..” Anne ve babalarından bahsediyordu, ikisi de boğazlarında üzüntüden oluşan yumruyu zorla yuttu. Victor zoraki bir mizah ile devam etti, “Bak, bunu beğenirsin işte. Tam bir kas yığını ve bir domuzun arka bacağı kadar büyük bir penis. Burada çalışmak için birçok seçeneğin var bence.”
Örtü adamın dizlerine kadar çekilmişti ve Angelika bahsi geçen organı değerlendirdi. Okuduğu anatomi kitapları onu gördükleri için hazırlamamıştı. “Çok mu…büyük?”
“Kardeşim, bu tarz konularda sana yardımcı olmam,” Victor cevap verdi. “Ama şunu bil ki, yedek bulundurmak iyidir.”
İyi bir tavsiyeydi. Laboratuvar yanık saç kokuyordu.
Bu kişinin pazıları Angelika’nın kışkırtıcı parmaklarının baskısı karşısında yenilmemişti ve elleri kömürden ya da metalden ötürü kararmıştı. Yakışıklı erkeğine ait olan bedense arıtılmıştı ve temizdi. Bu adam ise bir vahşiydi. Bocaladı, geride kalan bedene bir daha bakarak titrek bir sesle, “Ben benimkileri hala onun gibi seviyorum.”dedi.
“Demirci buydu herhalde. Belli ki Athena geçen yıl çok meşgulmüş. Ne yazık.” Victor içtenlikle adamın omzunu sıvazladı. “Isırmalarına iyi dayanmış. Endişelenme, Jelly. Sana her yönden ideal birini yapacağız.”
Helsaw kapı pervazından başını uzatarak sordu, “Bu kadar uzun süren ne? Kafalar artık ilave 6 peni.”
Victor onu görmezden geldi. “Bence şansımız bu sefer yaver gidecek Jelly, sen ne dersin? Önceki üç denememizden öğrendik. Yeniden yaratılmış adamımı bir sonraki Cerulean Order toplantısında sunduğum zaman dünya Schneider’in başına yıkılacak.” Yüzünü acımasız bir ifade kapladı. “Lizzy’i de götüreceğim, o adama bana kaybettiği her şeyi hatırlatmak için.”
“Acele edin!” Kardeşlerin yüreklerine korku salan ikinci bir ses kapıdan seslendi. Ses, at arabasıyla beklemekten sıkılmış yaşlı hizmetçileri Mary’e aitti. “Bunca zamandır ne diye beni bekletiyorsunuz? Birkaç tane ölü adam seçmek ne kadar zor olabilir? Bana baksana sen,” Angelika’yı sadece birkaç kelimeyle tehdit etti. “Sen.”
“Ben işimi bitirdim.” Angelika kendini savundu. “Neden herkes yavaş olduğumu düşünüyor?”
“Söyledim onlara,” Helsaw, Mary’e söylendi. “Bekleyen onca insan var. Her an bekçi gelebilir. Seç, öde ve çık git.” Duvara yaslanan delikanlıların hepsi somurtuyordu. “Ama bu ikisinin acele etmeye niyeti yok.”
“Benim hayatım ne kadar zor bilmiyorsun.” Mary acı acı cevapladı.
“Hallettik.” Victor bir gülümseme eşliğinde güvence verdi. “Bugün marketten sana meyve sepeti aldım Mary ve al, sana da beklemenin ödülü olarak ekstra bir şilin Helsaw.”
Ani bir hayranlığa mağlup düşen ikisi de gözleri parlayarak Victor’a baktılar.
Anında bütün cazibesini kaybederek kardeşine dönen Victor, demirciyi taşımaya başladı. “Hadi, Jelly. Sen bileklerinden tut.”
“Benim yerime sen taşırsan sana para veririm.” Angelika, Helsaw’a rüşvet vermeye çalıştı fakat Helsaw’ın burun kıvırmasıyla reddedildi. “Ağabeyimle benim aramdaki fark nedir? İkimiz de iyi ödüyoruz, aynı şekilde.”
“Bir kere olsun parmağını kaldırdığını görmek hoşumuza gidiyor,” dedi Mary. “O güzel alnınız biraz terlesin, hanımefendi.” Sırada bekleyen herkes aynı fikirdeymiş gibi gözüküyordu. Angelika ilk seçimlerini dışarı taşımaya uğraşırken, Mary tarafından cesarete getirilen grup kahkahalarla dalga geçti. Angelika cevap vererek kendini alçaltmadı ve gözlerini gökyüzüne çevirdi. Bu gece dolunay vardı ve en sevdiği takımyıldızında farklı bir şeyler görebiliyordu.
“Bak, dedim sana. Yeni bir yıldız var.”
Victor yukarı bakmadı bile. “Bilimsel olarak olası değil.”
“O takımyıldızına çocukluğumdan beri bakıyorum. Nasıl görünmesi gerektiğini biliyorum.”
Ağabeyi kafasını salladı. “Şimdi zamanı değil. Bir, iki, üç‐” Adamı kaldırarak at arabasına yüklediler. “Hayallerinin erkeği için geri dönelim. Onu unutamayız.”
Angelika yeni yıldızdan şans diledi. “Onu istesem de unutamam.”
İkinci Bölüm
Frankenstein kardeşler neredeyse bütün gece ve ertesi gün çalıştılar.
Yıllardır aldığı iğne işi derslerinden yetenekli olan Angelika, Victor’un ısrar ettiği ince dikişleri atabiliyordu. Morgdayken yaptığı şakayı hatırladı: Diğer kadınlar güzel şapkalar ve danteller ister. Arterler bir şapkanın kenarındaki zarif saten kordonlar gibi; kas şeritler ise ucuz bir iç etekliğine uydurulmuş kumaş parçaları gibiydi. Her şey kan yüzünden satensiydi ama artık alışmıştı. Bütün gece, bütün gün tek bir yanlış dikişe tahammülü olmayan terzi omzunun üzerinden izlerken dikiş yaptı.
Şimdi öğlen yediği kuzu yahnisi sindirileli çok olmuştu ve günışığı odada yavaş yavaş soluyordu. Baş parmaklarını hissedemiyordu. “Ellerimi dinlendirmem gerek.”
“Senin projen tamamen dikili ve eksiksiz olduğu ve benimki de yüz parça haline geldiği zaman olur.” Victor kapının üzerine asılı olan demir çubuğa asılmak için birden yerinden kalkarak ona kaba bir bakış attı. Kaslarını titreten bir çaba ile çenesini demir çubuğun üstüne çıkarmaya çalışırken homurdandı: “Her zamanki Angelika.”
Angelika hiç havasında değildi. “Şu yaptıklarıma bir bak seni nankör öküz.”
Bir kez daha çenesini yukarı çekti. “Zavallı kız kurusu seni.”
Köyün yerlileri de arkasından benzer şeyler söylerdi. Evlenmemiş. İstenmeyen. Farklı.İmansız. Üzüntüsü belli olmuş olacak ki Victor, kendini çekmeye ara verdi ve içini çekti. “Üzgünüm, ben de yoruldum.” Kendini kaldırmaya devam etti. Angelika, ağabeyinin ondan her yukarı çekişini saymasını beklediğini biliyordu ama yapmadı.
“Dikiş yapmaktan seni alıkoyan hiçbir şey yok, Vic.”
“Denedim zaten.” Yıllar önce bir mendil bu deneme esnasında, birkaç kan damlası ile mahvedilmişti. Victor’un anında çok iyi olmadığı işlere tahammülü yoktu. Kendini çekerek ve homurdanarak ekledi, “Her neyse. Öğrenmeme gerek yok. Sen varsın. Kaç oldu?”
“10 tane daha,” Angelika, ağabeyi titreyerek ve homurdanarak kendini yukarı çekmeye devam ederken parmak etleriyle oynayarak söylendi. Ağabeyi yarı ölüymüş gibi gözüktüğünde, “Bitti.” dedi.
Victor yere yığıldı ve nefes nefese, “Lizzy’nin bütün çabamı görmesi için sabırsızlanıyorum.” dedi.
“Umarım kendinden bahsetmiyorsundur.” Angelika suratını buruşturdu.
“Hanımların kaslardan hoşlandığını fark ettim. O, Michelangelo için poz verebilirmiş.” Angelika’nın projesini gösterdi.
İki kardeş pencere pervazına yan yana oturdular. Hava yaşam doluydu. “Ne kadar dinleneceksin?” Havayı kontrol etmek için dışarı eğilirken Victor’un sesindeki gerginlik belirgindi. “Hava kötüleşiyor. Ve onlar da kötü kokmaya başlıyor.”
“Sadece 5 dakika daha,” dedi Angelika ve ağabeyi, bir şişeden içki içerken başını onaylar şekilde salladı. Angelika şişeden içmek için elini uzattı, bir yudum aldı ve tadından iğrenerek yüzünü buruşturdu.
“Şurayı çok güzel dikmişsin,” Angelika’nın projesinin boynunu incelemek için ayağa kalkarken gönülsüz bir takdirle itiraf etti. “Kravat takarsa kimse fark etmez.”
“Teşekkür ederim, güzel oldu.” Victor’un çalışma alanına baktı. Bilimsel hayal ve umutları şu anda metal bir masanın üzerinde yüzüstü yatıyordu. Şişeden bir yudum daha aldı ve geri uzattı. “Seninkini de bu kadar düzgün yaparım.”
“Benimkinin sadece işlevsel olması gerekiyor.” Cebinden bir elma çıkardı ve koca bir ısırık aldı. “Zarif yabancının parmağında bir altın yüzük görmüş müydün? Helsaw bunu nasıl atlamış anlamıyorum. Elleri kendi projem için aldım.” Angelika avucunu uzattı. Victor, uzattığı eli ittirdi.
“Parmakları şişmiş, yüzük sıkışmış. Bana hatırlat da çıkarmak için bahçeden teneke kesicileri alayım,” dedi aç kurtlar gibi elmasından ısırıklar alarak yerine oturan Victor. “Sanırım bir tür nişan yüzüğü. Sonra bakarız.”
Nişanlanmayan kimse kalmadı mı? Umutsuzlukla dolu sesiyle söyledi, “Ne güzel.”
Victor kıkırdadı ve esneyerek yeniden ayağa kalktı. “Önceki 3 kocanla çalışırken hiç bu kıskanç suratı yapmıyordun.” Masaya doğru başını salladı ve kardeşini sinir etmeye devam etti. “Uyandığı zaman seni sevdiceğiyle karşılaştırabilir.”
“Schneider’in adamlarının hiçbiri anılarla uyanmadı.”
“Ben ondan daha iyiyim.” Victor’un keyfi anında kaçmıştı. “Yani, olacağım, eğer bunlar yanıp kül olmazsa. Hep bana uyandıklarında ne olacak diye soruyorsun. Bunu cevaplayamam.” Sinirle elma çöpünü camdan dışarı attı. “Bu bir deney. Tek bir kalp atışı bile bir başarı.”
“Nerede uyuyacaklar? Ne giyecekler? Sonsuza kadar bizimle mi kalacaklar yoksa evlerine mi dönecekler?” Ağabeyinin düşmanca bakışlarının altında büzüldü. “Birimizin geleceği düşünmesi gerek.”
“Sen hayatını gelecekle ilgili hayaller kurarak yaşıyorsun. Bunu yapıyoruz, yepyeni vahşi bir alanda. Sana açıklayabileceğim kurallar yok çünkü hiçbir şey bilmiyorum.” Nadir bir kendinden şüphe hali gösteren Victor bocaladı. “Muhtemelen boşuna endişeleniyorsun. Daha önce hiç başarılı olmadım.” Masada yatan tamamlanmış adama döndü ve başını eğerek ona baktı. “Daha önce hiç bu kadar çabalamamıştım Jelly. Senin onu ne kadar çok istediğini biliyorum. Seni seven birini hak ediyorsun.”
Angelika boğazının düğümlendiğini hissedebiliyordu, eşit bir hassasiyetle cevap verdi, “Teşekkürler, Vic. Ama beni sevmesini beklemiyorum. Muhtemelen benden hoşlanmayacak bile. Ama eğer burada kalırsa ve iyileşirse belki…beni tanımaya başlar.”
Elini adamın omuzuna koymuş olan Victor, şimdi son derece ciddiydi. “Senin inatçı ve komik denebilecek şekilde savurgan olduğunu, mümkün olamayacak kadar çok para harcadığını öğrenecek.”
“Şimdi de güzel bir şey söyle.”
Victor kardeşinin eserinin omzunu sıvazladı. “Senin meşhur güzelliğini görecek-”
“Sus,” Angelika gülümseyerek karşı çıktı. “Devam et.”
“Ve seni tanıdıktan sonra altın kalbini görecek. Kesinlikle pahalı bir kalbin var ve onun kalbi de şu ana kadar uğraştığım en güçlü kalp. Hiçbir şeyden eksik bırakılmadı,” dedi Victor adama. “Her şey en kalitelisi. Angelika bundan emin oldu.”
Angelika ağabeyinin karşılık olarak biraz cesaretlendirilmeye ihtiyaç duyduğunu hissetti. “Başarılı olduğunda, ve bunu tüm dünya öğrendiğinde, Lizzy’nin babası damadı hakkında böbürlenip duracak. Ve evet, bunu söylemesi her ne kadar acı verici olsa da, Lizzy kaslarını sevecek.”
“Ah, seveceğini biliyorum,” Victor bir barfiks seti daha yapmasına yetecek kadar neşeli bir enerji ile dolup taşmadan önce cevapladı. Abisi sanki bir sır biliyormuş gibi yaşıyordu ve Angelika da bu sırrı bilmek için yanıp tutuşuyordu. Âşık olmak harika olmaz mıydı?
Ani hüznünü dalga geçerek sakladı. “Lizzy seni almazsa, Belladonna koğuşlarda sabırla bekliyor olacak.”
“Belladonna teşvik etmemiş olmam gereken tek kadındı.” Victor ellerini pantolonuna sürerken gülerek yere yığıldı. “Lizzy geldiğinde Blackthorne Malikanesi’nde bir cinayet gerçekleşebilir. Yeterince dinlendin mi?”
Angelika iğne ve ipliğini bıraktığında gecenin çok geç bir saatiydi.
“Zamanı geldi.” dedi Victor ve haklıydı.
Zamanı gelmişti.
Bu metnin redaksiyonu Aylin Efe tarafından yapılmıştır.
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş: