Popüler K-Pop grubu Girls’ Generation’ın eski üyesi Jessica Jung tarafından yazılan Shine’ın, Dex Yayınları tarafından dilimize çevrileceği duyurulmuştu. Ekibimizden Aydan Yalçın1 da sizler için skandallara sebebiyet veren bu kitabın ön okumasını dilimize çevirdi. İyi okumalar! shine
1: Bu metin Aydan Yalçın tarafından Bibliyoraf.com için çevrilmiştir. Çevirmenin ve Bibliyoraf’ın izni olmadan başka bir sitede kullanılamaz.
Shine
Baş yukarıda, bacak bacak üzerine. Mide içeride, omuzlar geride. Tüm dünya dostunmuş gibi gülümse. Kameralar yüzüme doğrultulduğunda bu mantrayı kafamda tekrarlayıp durdum. Pembe parıltılı dudaklarımın köşesi “bana bütün sırlarını anlatmak istemez misin” der gibi mükemmel bir tatlılıkla yukarıya doğru kıvrılmıştı.
Ama muhtemelen anlatmamalıydınız. Hani derler ya, üç kişi bir sırrı ancak iki kişi ölmüşse tutabilir? İşte bu söz benim dünyamı, yani herkesin daima sizi gözetlediği, sırlarınızın aslında sizi öldürebileceği –ya da en azından parlama şansınızı öldürebileceği– dünyayı daha doğru tanımlayamazdı.
***
“Kızlar, çok heyecanlı olmalısınız!” Röportajı yapan kişi, dağınık yağlı saçları olan, açık tenli, orta yaşlı bir adamdı. Gösterişli pembe saten kravatıyla kombinlediği kırmızı gömleği bu kadar dikkat dağıtmasa adamın yakışıklı olduğu söylenebilirdi. Hevesle eğildi, parıldayan gözlerle önünde oturan dalgalı mükemmel saçları, yıllarca kullandıkları ten beyazlatıcı maskeler sayesinde parıldayan yüzleri, koordine bir şekilde üst üste atılmış bacakları ve gökkuşağının renk sıralamasıyla pastel tonlardaki stilettolarıyla dokuz kıza baktı. “Bütün müzik programlarında birinci oldunuz, hem de çıkış şarkınızla! All-Kill* yapmanıza yalnızca bir birincilik kaldı. Nasıl hissediyorsunuz?”
*Güney Kore’de bütün müzik listelerinde aynı gün veya haftada birinciliğe oturmuş olan şarkı/şarkıcılar için kullanılan bir terim.
“Çok sevinçliyiz.” Mina yerinde heyecanla zıpladı ve mükemmel dişlerini göstererek ışıltılı bir şekilde gülümsedi. Onun gülümsemesine uyum sağlamaya çalışırken yüz kaslarım sızladı.
“Hayallerimiz gerçek oldu,” dedi Eunji onunla hemfikir olarak, ardından yüksek sesle balon yaptığı sakızını patlatıp yeniden, çilek kokulu kocaman bir balon daha şişirdi.
başlık
“Bu işi birlikte yapma şansı bulduğumuz için minnettarız,” diye araya girdi Lizzie, gümüş göz farıyla çevrelenen gözleri parlıyordu.
Gazetecinin gözleri aydınlandı ve sinsi bir şekilde öne eğildi. “İyi anlaşıyor musunuz? Yani demek istediğim, bu grupta son derece güzel dokuz kız var. Bu, her zaman kolay bir şey olmayabilir.”
Sumin sakin, doğal bir kahkaha attı ve mükemmel, parlak kırmızı rujlu dudaklarını büktü. “Hiçbir şey asla ‘kolay’ değildir,” dedi. “Ama biz bir aileyiz. Ve aile daima önce gelir.” Kolunu yanında oturan Lizzie’nin koluna geçirdi. “Biz birbirimize aidiz.”
Gazeteci elini kalbine götürdü. “Çok tatlısınız. Peki birlikte çalışmanın en çok nesini seviyorsunuz?” Bakışları ağır ağır grubun üzerine gezindi ve sonunda bende durdu. “Rachel?”
Gözlerim hemen gazetecinin arkasındaki dev kameraya kaydı. Lensin bana odaklandığını hissedebiliyordum. Baş yukarı, bacak bacak üzerine. Mide içeride, omuzlar geride. Yıllardır bu an için eğitiliyordum. Genişçe gülümsedim ve gazeteci arkadaşımmış gibi davrandım. Ve o anda aklım tamamen boşaldı.
Bir şey söyle, Rachel. Bir şey söyle. Uzun zamandır bu anı bekliyorsun. Ellerim sırılsıklam oldu. Sessizliğim odayı doldururken diğer kızların huzursuzca yerlerinde kıpırdandığını hissettim. Kamera sahne ışığı gibi geliyordu –tenime karşı sıcak ve rahatsız edici– ağzım kuruyarak konuşmamı neredeyse imkânsız hale getirdi.
Shine
Gazeteci sonunda bana acıyarak iç çekti ve gülümseyerek daha kolay bir soru yöneltti. “Birlikte çok yol kat ettiniz; başarıya ulaşmadan önce altı yıl boyunca beraber eğitim gördünüz! Bu deneyim umut ettiğiniz gibi miydi?”
“Evet,” diyebildim boğuk bir sesle ama yüzümdeki gülümsemeyi de hala bozmamıştım.
Gazeteci devam etti. “Bana büyük bir kız grubuyla çıkış yapmadan önceki yaşadığın stajyerlik* hayatından bahset. Bir yurt evinde** yaşamanın en sevdiğin yanı neydi?”
*Eğitim sürecinde olan K-Pop idolleri için kullanılan bir terim.
** Eğitim sürecinde olan K-Pop idollerinin (hatta çıkış yaptıktan sonra da) bir arada yaşadıkları evler.
Çaktırmadan elimle alnımdaki teri silerken zihnimi tarayarak verecek bir cevap aradım. Aklıma bir fikir geldi. “Sizce?” dedim, bir elimi kaldırıp kusursuz manikürlü, beyaz üzerine lavanta rengi çizgili ojeli parmaklarımı beceriksizce kameraya doğru göstererek. “Sekiz kızın size oje sürüyor olması. 7/24 güzellik salonunda yaşamak gibi!”
Aman Tanrım. Benim derdim neydi? Gerçekten de stajyer olmanın en sevdiğim yanının size ücretsiz oje süren sekiz kıza sahip olmak olduğunu mu söylemiştim?
Neyse ki gazetecinin kahkahası odada yankılandı ve vücudumun rahatladığını hissettim. Pekâlâ, bunu yapabilirim. Ben de onunla birlikte kahkaha attım, diğer kızlar da hızla bize katıldı. Gazeteci bana kaypak bir şekilde gülümsedi. O-oh. “Rachel ana vokal olarak yeteneğinle büyük övgüler aldın. Yeteneğinin, diğer kızlara daha iyi olmaları, daha sıkı çalışmaları için ilham verdiğini düşünüyor musun?”
başlık
Bu sözüyle beraber utandım, kızarmaya başlayan yanaklarımı gizlemek için ellerimle yüzümü örttüm. Kafamın içi uğuldamaya başlamıştı. Bu tür sorular için milyonlarca kez pratik yapmıştım ama ne zaman kamera önüne geçsem donup kalıyordum. Işıklar, gazeteciler, milyonlarca insanın orada beni izliyor olduğunu bilmek. Sanki beynim bedenimle olan bağını koparıyor, ne kadar pratik ya da hazırlık yapmış olursam olayım o ikisi tekrar bağlanamıyordu. Boğazımda golf topu büyüklüğünde bir yumru oluştu, gazetecinin yüzündeki gülümseme daha da büyüdü ve orada donup kaldı. Kahretsin, ne kadar süredir cevap vermemi bekliyordu? Hızlıca, “Yani, evet, yetenekliyim,” deyiverdim. Gözümün ucuyla Lizzie ve Sumin’in birbirlerine bakıp kaşlarını kaldırdıklarını gördüm. Siktir. “Bir dakika, ama en yetenekli kişi değilim. Yani demek istediğim, grupta, bütün kızların arasındaki en yetenekli kişi değilim. Hepimiz–”
Mina ustaca araya girerek, “Sanırım Rachel’ın demek istediği hepimiz yaptığımız işi seviyor ver her gün birbirimize ilham oluyoruz,” dedi. “Grubun baş dansçısı olarak şunu söyleyebilirim ki ben babamdan sağlam bir iş etiği öğrendim–”
Hoparlörlerden gelen keskin ders zili sesiyle sözü kesildi. Kameralar kapandı, gazetecinin gülümsemesi silindi. DB Entertainment’te K-Pop stajyeri olan bizler sahte röportajımızla ilgili değerlendirmemizi beklerken gazeteci aheste aheste ceketini çıkararak kol altında sateni koyulaştıran devasa ter lekelerini gözler önüne serdi. “Haftaya daha enerjik olmanızı istiyorum, unutmayın, bir stajyerle DP’nin K-Pop yıldızı olmanın arasındaki tek fark bunu ne kadar istediğinizdir! Eunji…” Eunji korkarak fal taşı gibi açılmış gözlerle adama baktı. “Sahte röportajlar sırasında sakız çiğnemenin yasak olduğunu sana daha kaç kez söylemem gerek! Bir hata daha yaparsan doğrudan çömezlerin sınıfına dönersin!” Eunji’nin rengi attı, hemen özür diler gibi başını yerlere kadar eğdi. “Sumin! Lizzie!” İkisi hışımla başlarını kaldırdı. “İkinizden daha fazla öne çıkmanızı istiyorum! Söyleyecek ilginç bir şeyi olmadığı için makyajının ardına gizlenen yıldızlarla dolu bir K-Pop konserine kimse iki yüz bin won ödemek istemez.” Lizzie ağlayacak gibi görünüyordu. Sumin’in yanaklarının rengi dudaklarının kırmızılığına uyuyordu.
shine
Adam en son bana döndü ve sıkılmış bir tonda, “Rachel, bunu daha önce de konuştuk. Sesin ve dansınla şimdiye kadar gördüğümüz en iyi yeteneklerden birisin ama kameralar önünde olmak da işinin bir parçası. Sahte bir röportajda bile kendini pazarlayamıyorken nasıl her akşam devasa bir kalabalığın önünde performans sergileyeceksin? Ya da gerçek bir röportajda, canlı izleyiciler karşısında? Senden daha fazla çaba bekliyoruz.” Başıyla selam verdikten sonra cebinden bir sigara çıkarıp çalışma odasından ayrıldı.
Son bir saattir oturduğum küçük taburenin üzerinde neredeyse erimiştim, topuklu ayakkabı yüzünden sağ bacağımda oluşan krampı ovarken gülümsemem soldu. Bunları daha önce de duymuştum. Daha iyisini yap, Rachel. Kameralar önünde rahat ol, Rachel. K-Pop yıldızları sevilebilir, konuşkan ve her zaman mükemmel olmalı, Rachel. Acıyla inleyerek arkamı dönüp Converse’lerime uzandım. Mina oturduğu yerden bana kötü kötü baktı.
“Yine ne oldu?” diye iç çektim.
Bir elini kaldırıp mükemmel Fransız manikürlerini gösterdi. “Sana oje süren sekiz kız mı? Ciddi misin? Biz senin uşağın değiliz, Rachel.” Gözlerini devirdi. Sen daha iyi bilirsin, diye düşündüm kendi kendime. DB’deki herkesin arasında uşak sahibi olması en olası kişi Mina’ydı. O Kore’nin en köklü, en güçlü ve zengin ailelerinden biri olan Chooların en büyük kızıydı. Choo ailesinin sahibi olduğu C-MART ülkenin dört bir yanında binlerce şubesi olan turuncu-beyaz renkli marketlerden oluşuyordu. Kimçiden, Yakult’a*, taze yapılmış japchaeden** üzerinde “Annen bir hamster” gibi gülünç Konglish*** ifadeler kullanan Sanrio karakteri bulunan lisanssız neon sarısı tişörtlere kadar çeşitli şeyler satıyorlardı. Yani Mina zenginden daha zengindi ve başımın belasıydı.
“Bu kadar çok medya eğitimi almamızın asıl sebebi sensin biliyorsun değil mi?” Midem sıkıştı. Doğruydu. Doğru olduğunun farkındaydım. Ama bu, bunları Mina’dan duymak istediğim anlamına gelmiyordu. “En azından soruları pijama partisine gitmiş aklı bir karış havada biri gibi değil de, bir K-Pop yıldızı gibi cevaplamaya çalışamaz mısın? Yoksa zavallı küçük Koreli Amerikan prensesimizden çok şey mi istiyoruz?”
başlık
*Şişeden pipetle içilebilen meyveli bir sıvı yoğurt türü.
**Sebzeli bir noodle çeşidi.
*** İngilizceden Koreceye yerleşmiş kelimelerin birbirleriyle ya da kendi başlarına yeni anlamlar kazanmasıyla oluşan dil.
Gerildim. ABD’de (hatta New York’ta) doğup büyüdüğüm bir sır değildi ama bu sabah derse üç dakika geç kaldığım için dans eğitmenimin bana bağırması ve başarısız röportaj performansının üzerine Mina’yla ve tavırlarıyla uğraşacak halde değildim. “Adamın sana hiç şahsen soru yönelttiğini hatırlamıyorum, Mina. Belki de tahmin ettiğin kadar ilginç biri değilsindir.”
“Ya da belki de benim pratik yapmaya ihtiyacım yoktur,” dedi Mina.
İç çektim. Bu sabah kahvaltıyı atlamıştım ve Mina’yla böyle bir sözlü tartışmaya devam edebilmek için iki öğün olmasa bile en azından bir öğün yemek yemiş olmam gerekirdi. Topuklu ayakkabılarımı eski deri kol çantama atarak arkamı döndüm.
“Ne bu şimdi, artık benimle konuşamayacak kadar iyi olduğunu mu düşünüyorsun? Yoksa Omma’n* sana görgü nedir öğretmedi mi?” dedi Mina.
*Korecede anne demek.
“Ondan ne bekliyorsun ki?” dedi Lizzie, cep aynasında maskarasını kontrol ederken. Aynayı şak diye kapatıp gözlerini kısarak bana baktı. “Annesinin yurt evinin basamaklarına adım dahi atmasına izin vermediği tatlı minik Prenses Rachel. Belki de bu yüzden birbirimizin tırnaklarını boyamaktan başka yapacak daha iyi bir şeyimiz olmadığını düşünüyordur.”
shine
Eunji, “Bay Noh’nun favorisi olmak güzel olmalı,” diyerek yüksek sesle iç geçirdi. “Biliyorsunuz, bazılarımız bulunduğumuz noktaya gelebilmek için aslında çok sıkı çalışmak zorunda. DB’nin başkanının bizden herhangi birine iyilik yaptığını gördünüz mü?”
“Umarım kendinin bizden biri olduğunu düşünmüyorsundur,” dedi Sumin hışımla Eunji’ye dönerek. “Seni herhangi bir şey için ter akıtırken gördüğümü hatırlamıyorum.”
“Ter akıtmak demişken, biraz tazelenmek isteyebilirsin, tatlım,” dedi Eunji parmağıyla yüzünü işaret ederek. “Biraz… Parlıyor gibi görünüyorsun.”
“Eh, senin de burnun biraz estetik gibi görünüyor,” diye lafı yapıştırdı Sumin.
“Siz ikiniz başımı ağrıtıyorsunuz!” diye sızlandı Lizzie Mina’ya. “Sunbae*, onlara susmasını söyle!”
*Kore’de kişilerin üst mevkideki ya da kendilerinden daha yetkili kişiler için kullandıkları bir hitap şeklidir.
Mina gülümsedi. “Elbette, Lizzie, tatlım. Neden kamerayı açmıyorsunuz? Anında çenelerini kapatmalarını sağlar! Ay bir dakika… Bu yalnızca Rachel’da işe yarıyordu!”
başlık
Yüzüm öfke ve utançla yanarken odada kıkırtı koptu. Lafla karşılık vermeliydim ama yapmadım. Asla yapmazdım. Yalnızca annemin –büyük bir insan olmak için zorlu yolları seç ama terlediğini asla belli etme, her zaman güçlü bir Amerikalı feminist ol– tavsiyesine sıkı sıkıya bağlı olduğum için mış gibi davranmak hoşuma gidiyordu. Ancak boğazımdaki yumrunun geri dönmüş olması bunun bir yalan olduğunun kanıtıydı. Ayakkabılarımı bağlamayı bitirip ayağa kalktım. “İzninizle,” dedim odadan hışımla çıkarken.
“Ay tabii, izin senin,” dedi Mina masum bir şekilde. Gözümün ucuyla diğer kızlara işaret verip hararetle bir şeyler fısıldadığını gördüm, kızların yüzüne sinsi bir gülümseme yayıldı.
Bu metnin redaksiyonu Selin Çolak tarafından yapılmıştır.
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş: