Postmodernizm pek çok okurun başlamaya çekindiği ve edebiyatta “zor okuma” olarak tabir edilen bir tür. Tekrar tekrar okunan sayfalar, bilinç akışı ile yazılmış uzun monologlar, üst kurmaca, büyülü gerçekçilik… Postmodern edebiyat, pek çok farklı teknikle yazılıyor ve bu tür adeta “Ben kurallara uymamalıyım, kurallar bana uymalı.” diyor. Yeni başlayanlar serimizin bu yazısında postmodern edebiyat için uygun bazı kitapları derledik.
Postmodern Edebiyat Nedir?
Postmodernizm, 20. yüzyılda modernist yaklaşımın canlılığını kaybetmesiyle ortaya çıkan bir akımdır. Bu akım, modernist dünyayı sorguluyor ve eleştiriyor; eleştirdiklerini de kendi tarzıyla değiştirmeye çalışıyor. Postmodern kelimesine bakarsak “modernden sonrayı” konu alıyor da diyebiliriz. Nitekim postmoderni postmodern yapan bazı özelliklerin temeli de yine modernizme dayanıyor. Virginia Woolf gibi modernist yazarların eserlerindeki postmodern esintisinin sebebi de bu.
İşin özünde postmodernizm, keskin sınırları reddedip sorguluyor. Bunu yaparken kendine özgü bir yol izliyor. Kendi içindeki karmaşasını okuyucusuna da geçiriyor. Peki, sınırların ötesindeki bu türe başlamak için en uygun eserler neler? Gelin, birlikte inceleyelim.
1. Buğu – Nihan Kaya
Postmodern romanlar ağır dilleri ile ünlüdür. Buğu, hem türünün hem de yazarın diğer eserlerine göre çok daha kolay okunan bir dile sahip. Roman, değer verdiği her şey birbirine zıt olan Yasef ve Nur’un hikâyesini konu alıyor. Birbirlerini çok uzun zamandır tanıyan Yasef ve Nur’un bir türlü yürümeyen ilişkilerine değinen eserde, aslında birbirlerini hiç anlayamadıklarını okuyoruz.
Yazar, karakterlerin pişmanlıklarını, sırlarını, sustuklarını farklı perspektiflerde yazmış. Bunu öyle bir yapmış ki karakterlerin geçmişleri ile yüzleşmeleriyle, okuyucunun gerçeklik algısı alaşağı oluyor. Buğu, Gerçek ve Roman başlıklı bölümler ile ilerliyor. Ancak okumaya devam ettiğinizde gerçek ve romanın iç içe olduğu, karakterlerin birbirinin yerine geçtiği bir kurgu ile karşılaşıyorsunuz.
2.Yabancı – Albert Camus
Albert Camus’nun unutulmaz eseri Yabancı’yı duymayan yoktur diye düşünüyorum. Çünkü bu eser, hem yazarın en çok dile çevrilmiş hem de en çok incelenmiş eseri. Öyle ki Yabancı, hâlâ çok satanlar listelerindeki yerini koruyor. Ana karakter Mersault’un annesinin ölümü ile başlayan kitap, yine ana karakterin birini öldürmesi ile ilerliyor. Daha sonrasında da mahkeme süreci başlıyor. Mersault’un topluma ve hayata olan yabancılaşmasını işte tam da burada okuyoruz. Suçundan çok, tepkisizliği ile yargılanan Mersault’un bu hâli fazlasıyla dikkat çekiyor. Üstelik bu durum dikkat çekmeyecek gibi de değil! Nitekim Mersault, ölümüne karşı bile kayıtsız kalabiliyor.
Yazar, eserinde trajedi ve boş bilince göndermeler yapıyor.Yabancı’yı okurken bilinç ve toplumsal dünyanın çatışması ile karşılaşacaksınız. Varoluşçuluk felsefesine ilgi duyuyorsanız yollarınız bu eserle kesişecektir.
3. Sevgili Arsız Ölüm – Latife Tekin
Postmodernizm demişken büyülü gerçekçilikten bahsetmezsek olmaz. Büyülü gerçekçilik denince akla ilk Gabriel Garcia Marquez ve ünlü eseri Yüzyıllık Yalnızlık gelir. Dünya edebiyatında büyülü gerçekçilik ile ilgili bunun gibi pek çok örnek biliyoruz. Peki ya Türk edebiyatındakileri biliyor muyuz? Latife Tekin’in ilk romanı Sevgili Arsız Ölüm de bu akımın bir parçası. Ayrıca bu kitap birçok farklı dile çevrildiği gibi tiyatroda da sergilenme fırsatı yakalamış. Kitapla ilgili ilginç bilgilerden biri de yazarın hayatından izler taşıması.
Kitap, bir ailenin hayatını konu alıyor, ancak bu kadar basit değil. Eserde gelenekler, hurafeler, ön yargılar, inler cinler havada uçuşuyor. Örneğin Atiye isimli karakter, son kez hamile kaldığında karnından garip sesler duymaya başlıyor. Kadın, kızı Dirmit’in doğumuna sevinemiyor bile. Çünkü köyün cinci hocası Atiye’ye, çocuğu doğarsa hayatının sıkıntı içinde geçeceğini söylüyor. Atiye ve Huvat’ın çocukları büyük bir baskı ile büyüyor. Evdeki herkesin başına tuhaf olaylar geliyor. Hatta Atiye, ölmeden önce çocuklarının gelecekteki hayatlarının nasıl olacağını görüyor.
4. Sputnik Sevgilim – Haruki Murakami
Haruki Murakami yalnızca Japonya’da değil dünya çapında oldukça popüler bir yazar. Gözlemlediğim kadarıyla okuyucuları iki ayrı uçta bulunuyor: Murakami’yi çok sevenler ve hiç sevmeyenler. Ancak hepsine rağmen Murakami, postmodernizm değince aklan gelen ilk yazarlardan biri. Yazara başlamak için Sputnik Sevgilim, Japonya’dan Yunanistan’ın bir adasına uzanan aşk hikâyesini konu alıyor. Kitapta Sumire, Myu ve anlatıcı karakter arasındaki ilişkiler detaylıca işlenmiş. Hem geçmişten hem de şimdiki zamandan bahsedilen, karışık bir zaman akışı var.
Sumire, kendinden oldukça büyük ve evli bir kadın olan Myu’ya aşık oluyor. Anlatıcı erkek karakter ise hayali yazar olmak olan üniversite arkadaşı Sumire’den hoşlanıyor. Sumire ve Myu bir Yunan adasına gidiyor. Kitabın kilit noktası da işte bu geziden sonra geliyor. Nasıl mı? Sumire bir anda ortadan kayboluyor. Anlatıcımız da soluğu o adada alıyor. Sputnik Sevgilim, karışık ilişkilerin ve gizemli geçmişlerin olduğu klasik bir Murakami eseri.
5. Gece – Bilge Karasu
Bilge Karasu, edebiyatımızda postmodern edebiyat türünü temsil eden yazarlardan biri. Öyle ki, kendisi Pegasus Edebiyat Ödülü kazanan tek Türk yazar. Gece de o ödüle ulaşmasını sağlayan eseri. Bu romanın belirgin bir olay örgüsü ve kişi kadrosu yok. Yazar, korku, ölüm, bunalmışlık gibi duygularının karmaşasını anlatmak için gece tasvirini kullanıyor. Kısacası kitaba ismini veren gece, aslında bir metafor.
Eserde, gecenin işçileri ve gündüzün ışığını korumak isteyenler var. İki tarafın arasındaki gerilimli hatta buhranlı mücadele anlatılıyor. Bence Gece, yer yer okuyucuya distopik bir eser olduğu izlenimini de veriyor. Kitabın hafif şiirsel, düşündüren bir dili var. Ayrıca kitap dört ana bölüm ve dört anlatıcıdan oluşuyor. Bu bölümler kısa kısa, hatta birbirinden kopuk gibi duruyor. Ne anlattığı anlaşılmıyor diye eleştiriliyor. Fakat buna aldanmamanızı tavsiye ederim. Gece, tüm imgeselliği ile insanların hislerini dile getiriyor.
6. Ceza Sömürgesi – Franz Kafka
Biri 20. yüzyılın kaygıları ve korkuları mı dedi? Franz Kafka’nın Ceza Sömürgesi, tam da bunu konu alan bir öykü. Birinci Dünya Savaşı’ndan bir yıl sonra yayınlanan Ceza Sömürgesi’nin anlatıcısı, bir ceza aletini incelemekle görevli bir gezgin. Bu gezgin, subayın daveti üzerine adı verilmeyen bir adaya geliyor. Bu adada kişinin suçlu ya da masum olmasına bakılmaksızın cezalandırıldığı bir ortam var. Subayın isteği, gezginin bu alet ile yapılan bir idamı izlemesi ve görüşlerini belirtmesi. Gezgin ise subayın tamamen zıttı olan bir karakter. O, subayın aksine, bu uygulamadan hiç de zevk almıyor.
Eser, gezginin gözünden savaşın getirdiği dehşet, rejimler ve bireyin bunların karşısındaki çaresizliğini anlatılıyor. Kafka, subay ve gezgin karakterleri sayesinde iki farklı görüşü de inceleme fırsatı sunmuş. Ayrıca suç ve ceza kavramlarını da kitabında işlemiş. Eser oldukça kısa olduğundan, özellikle distopya okumayı seviyorsanız postmodern edebiyata başlarken tercih edebilirsiniz.
Postmodern Kitaplığın Olmazsa Olmazları
Konu postmodernizm olduğunda edebiyat dersinde çok söylenen bir söz vardır: “Yarım bıraktım.” Muhtemelen bu kısımda hepimizin aklına Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı gelmiştir. Biz bu türü okumaya başlamak için bir rehber hazırladık. Ama bu türe adını altın harflerle yazdırmış o kitaplardan bahsetmezsek yazı biraz eksik kalır. Daha fazla postmodernizm akımından eser okumak istiyorsanız bu ufak liste sizin için.
- Tutunamayanlar – Oğuz Atay
- Puslu Kıtalar Atlası – İhsan Oktay Anar
- Kayıp Zamanın İzinde – Marcel Proust
- Yüzyıllık Yalnızlık – Gabriel Garcia Marquez
- Gülün Adı – Umberto Eco
- Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu – Italo Calvino
Postmodern edebiyat türündeki önerilerimizin sonuna geldik. Umuyoruz ki biraz fikir edinebilmiş ve başlamak için cesaretlenebilmişsinizdir. Daha önce bu türde kitaplar okumuş muydunuz? Yorumlarda bizimle paylaşmayı unutmayın. Sonraki yazılarda görüşmek üzere!
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş: