Hepimizin heyecanla beklediği bir seri olduğunu düşündüğüm Serpent & Dove, 2020 yılında okuduğum en iyi serilerden biri olmuştu. Yabancı Yayınları da bu yılın başında kitabı yayımlayacaklarını duyurunca bu incelemeyi yazmak için daha bir zaman olamaz dedim. Bu yazıda hem Serpent & Dove’dan hem de serinin ikinci kitabı Blood & Honey’den bahsedeceğim. Hem kitabın çevrilmesini bekleyenler için hem de seri hakkında bilgi edinmek isteyenler için keyifli bir yazı olur umarım. Başlayalım!
Serpent & Dove, Fransız aristokrasisi, büyücülük ve genç yetişkin kurgunun dengeli bir birleşimi.
Bir cadı olan Lou le Blanc annesinin onu kraliyet soyunu sona erdirmek için feda edeceğini bilerek büyümüştür. Akıllı ve iyi bir çocuk olduğu için Chateau le Blanc’taki cadılar Lou’nun kurban edilmesini istemiyorlar ve Lou’nun on altı yaşına girmesini bekliyorlar. Lou, on altıncı yaşını tamamladığında ve kurban edilme (tanrıya sunma) ayini başladığında, ölmek istemediğini fark ediyor. Ayrıca bütün kraliyet soyunun ölümüne sebep olmak istemiyor ve kaçıyor. Bütün büyüsünü reddediyor ve Cesarine şehrine saklanıyor. Orada da yolu bir şekilde şehrin en iyi cadı avcısı olan Reid Diggory ile kesişiyor. Lou’nun Reid ile karşılaşması ilk olarak Lou erkek kılığındayken, bir sokakta oluyor. İkinci karşılaşmalarıysa Lou’nun hırsızlık yapmak için gittiği yere Reid’in hırsızları yakalamak için gelmesiyle gerçekleşiyor. Birbirlerini bir yerde gördüklerini düşünen ikilimiz, bir türlü nasıl tanıştıklarından emin olamıyor.
Bu tamamen kendi gözlemim ama siz de Serpent & Dove’u okuduğunuzda bu kitabın popüler olmasının en büyük sebebinin ana karakterler ve onların arasındaki ilişki olduğunu fark edeceksiniz. Özellikle Lou ve Reid arasındaki tezatlığı ve ikilinin kendilerini içinde bulunduğu durumu okumak fazlasıyla keyifliydi. İkilimiz bu bakımdan Kargalar Meclisi’nin Nina ve Matthias’ına fazlasıyla benzetiliyor.
Seriyi okurken Lou ve Reid’in arasındaki görünen nefretin karşısında, bariz bir şekilde göremediğimiz ama hissettiğimiz sevgi durumu ve birbirlerini korumaya başlamaları, beni kitaba bağlayan en önemli etkendi. Kitabı sevenlerin büyük bir çoğunluğu da benimle aynı şekilde düşünüyor. Bu yüzden de kitabı okuduğunuzda ve kitabı sevdiğinizi hissettiğinizde kendinize sormanızı istediğim bir soru var: Kitabı bu kadar sevmemin sebebi ne? Sorunun cevabı muhtemelen Lou ve Reid ya da Ansel olacak. Sevmediyseniz eğer, şimdiden geçmiş olsun çünkü kitap orijinal dilinde yaklaşık altı yüz sayfaydı. Çevirisini siz düşünün.
başlık
Kurgulanan dünya ve yaşanan olaylardan bahsedecek olursak, gayet sıradan bir dünyası var. Yazar sıfırdan bir dünya oluşturmak yerine bildiğimiz dünyaya küçük eklemeler yapmayı tercih etmiş. Bunun dışında kitabın geçtiği zaman dilimi belirtilmemiş olsa da 1700’ler Fransa’sında geçtiği düşünülüyor.
Lou’nun annesi Morgane ile tanıştığınızda, planladığı şeyleri okuduğunuzda şaşıracak mısınız merak ediyorum. Annesi tarafından hiç sevilmemiş Lou’ya karşı siz neler hissedeceksiniz? Reid ise annesiyle babasını hiç tanımamış, esirgeme yurdunda büyümüş diyebiliriz, kimsesiz yetişmiş. Sizce bir ailesi var mı? Aşk, nefret, ihanet ve beklenmedik gelişmelerle dolu bir kitap sizi bekliyor.
Başlangıçta hikayeye orta yerinden başlıyormuşsunuz gibi hissedebilirsiniz. Asıl hikaye yaklaşık bir on beş – yirmi sayfadan sonra başlıyor, kitaba ön yargılı olmayın. Lou’nun en yakın arkadaşı Coco hakkında söylenecek tek şey Ansel’le birlikte harcanan karakterlerden olmaları. Coco, kadarıyla Dame Rouge yani kan büyüsü kullanıyor. Lou ile altı yaşındayken tanışıyorlar ve arkadaşlıklarını gizli tutuyorlar. Ansel ise Reid tarafından eğitilen bir asker, avcı. Ansel’e çok bağlanmamanızı öneriyorum. Karakterin yazar tarafından harcandığı okuyan herkes tarafından bilinen bir gerçek.
Yazının bu kısmı ilk kitaptan spoilerlar içermektedir. Devamını okuyup okumamak size kalmış.
Blood & Honey ile ilgili söyleyebileceğim ilk şey büyük bir hayal kırıklığı olduğu…Serpent & Dove
Muhtemelen ilk kitabı bitirdikten sonra büyük bir heyecanla ikinci kitabı okumak isteyeceksiniz. Bu yüzden de şimdiden merakınızı gidermek istiyorum: Sakın ikinci kitabın da ilk kitap gibi olacağını düşünmeyin. Çünkü bu kitap tam bir hayal kırıklığı. Heves kırmak gibi bir niyetim yok ama ortada bir gerçek var. Yüz sayfayı bitiriyorsunuz ve “Birazdan olaylar başlar, bu durgunluk biter..” diyorsunuz ama öyle olmuyor, iki yüz sayfa bitiriyor, ortada hala bir gelişme yok. Üç yüzlere geliyorsunuz ve bir bakıyorsunuz ki kitabı yarılamışsınız ama elinizde hala bahsedebileceğiniz bir olay yok. Dört yüz, beş yüz derken… Fark ediyorsunuz ki serinin bütün büyüsü ilk kitaptaymış. İkinci kitabın yazılması da, sizin bu kitabı almanız da bir hataymış. Farklı şekilde düşünen biri varsa lütfen yazsın. Bu konuda içimi dökmeyi çok isterim.
İlk kitapla detaylarını öğrendiğimiz krallık, kilise ve cadılar meclisi arasındaki bağlantı, ikinci kitapta sorun olmaya devam ediyor. Bana göre, ilk kitabın uzunluğu göz önüne alındığında işlenen olay ikinci kitaba taşınmamalıydı. Bu olayın tadı ilk kitap bittiğinde kaçmıştı zaten.
Madame Labelle’in, Archbishop’ın, Morgane’in, Kral Auguste’un geçmişte yaşadıkları şeylerin ve aralarındaki bağın açıklanması, son kısımda yaşanan yüzleşmeyle bu konunun kapatılıp ikinci kitapta daha farklı, daha karmaşık bir olay işlenmeliydi. Lou’nun bütün Lyon kanını yok etme gücüne sahip olma potansiyeli üzerinden bile çeşitli teoriler yazılabilirdi. Fakat yazar Morgane karakterine takıldı… Sonuç: ikinci kitabın bomboş olması.
başlık
Serinin ikinci kitabı hakkında bilmeniz gerekenlerden biri de Lou ve Reid arasındaki ilişkinin askıda kalmış olması. Aralarının sürekli bozuk olması ya da yazarın akıllarda “Araları iyi mi acaba, yoksa küsler mi?” şeklinde sorular oluşturması çok can sıkıcıydı. Bütün kitap boyunca Morgane’dan kaçmak dışında ne yaptılar? Peki kitabın sonunda içimizi rahatlatacak bir olay oldu mu? Hayır! Tam tersine, içimizi daha çok sıkan gelişmeler yaşandı ve okuyucu “Acaba son kitabı okumasam mı?'” diye düşünmeye başladı. Tabii, ne kadar gelişme denir, orası tartışılır.
Benim seriyle ilgili düşüncelerim işte bu şekilde. Sizinkileri de duymak için sabırsızlanıyorum. Bu yüzden yorum yapmayı unutmayın. Son olarak seriyi okurken hazırladığım çalma listesinden yararlanmak isterseniz butona basmanız yeterli. Keyifli okumalar!
Kapak görselindeki çizim Gabriella Bujdoso tarafından çizilmiştir.
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş: