Distopyanın öncülerinden olmasına rağmen 1984, Fahrenheit 451, Cesur Yeni Dünya ve daha nice kitabın gölgesinde kalmış fakat o kitapların yazılmasının yegâne sebebi olan Biz, hem ülkemizde hem de dünyada hak ettiği değeri görememiş ne yazık ki. Tabii ki bazı kitleler tarafından bilinen ve oldukça değerli bir kitap, fakat topluma kazandırılma konusunda pek başarılı olunamamış. Peki onu bu kadar özel ve okunmaya değer yapan şey nedir? Gelin beraber inceleyelim. Keyifli okumalar!
Biz ve 100 Yıllık Geçmişi
Biz, Rusya’da dünyaya gelen ve bir gemi mühendisi olan Yevgeni Zamyatin’in bilinen tek roman çalışmasıdır. 1920 yılında kaleme alınmış olmasına rağmen anadilinde yayımlanması 1952’yi, anavatanı olan Sovyetler Birliği’nde yayımlanması ise 1988 yılını bulmuş. Çünkü, dönemin ağır bir eleştirisi olduğu ve hükümet aleyhine düşünceler içerdiği için roman daha yayımlanmadan önce, 1921 yılında Sovyetler’de yasaklanmış. Hatta insanlar orijinal dilinde okuyamadan İngilizceye çevrilmiş ve 1924 yılında Birleşik Krallık’ta okuyucu ile buluşmuş. Orijinal metin olan Rusçadan çeviri, ancak 2012 yılında İthaki Yayınları sayesinde Türk okurlar ile buluşmuş. Bundan öncesinde 1970 yılında dilimize kazandırılan roman ne yazık ki İngilizceden çevrilmiş. Orijinal el yazmaları ve nüshaları kayıp olduğundan kitabın diğer dillere kazandırılması da uzun bir süre yine İngilizceden çevrilerek olmuş. Bütün bu dolambaçlı yolların sonunda da 2016 yılında The Glass Fortress adı ile beyaz perdeye uyarlanmış.
Nihai bir devrim yoktur; devrimler sonsuzdur.
Biz, Yevgeni Zamyatin
Zamyatin’in Dünyası
Biz, yirminci yüzyılda yazılmış olmasına rağmen geleceği görebilmiş bir distopya. Neredeyse bildiğiniz bütün distopyaların öncüsü olmakla birlikte içinde bir devletin tir tir titremesine sebep olan, yasağa tabii tutulacak kadar güçlü fikirler barındıran bir silah. Yazılanların üstünün kapalı olduğunu düşünseniz de aslında bu kitabın altında devasa bir eleştiri yatıyor.
Olaylar bir devrimden sonrasına dayanıyor. Bütün hikayeyi D-503’ün yazdığı bir günlükten okuyoruz. Bilimin ve medeniyetin en ileri seviyede olduğu bu toplumda insanların adı yok, herkesin bir numarası var. İnsanlar; doğanın da ötesinde, başta kendi benliklerinden koparılmış ve bir robot gibi aynı düzen içerisinde yaşıyorlar. Doğadan kopmakla kalmamışlar, onu aynı zamanda düşman olarak görüyorlar.
Herkesin bir görevi var ve kimse bunun dışına çıkamıyor. Onlar için monotonluk ve kurallara uymak, mutluluk ve huzur ortamı demek. Saydam, camdan duvarların arasında yaşayan bu insanların her hareketi sistem tarafından izleniyor. ”Çiftleşme” ise belirtilen saatlerde ve belirtilen insanlar ile gerçekleşiyor. Saydam cam duvarların kapatıldığı, mahremiyetin sağlandığı tek an; bu an oluyor. Toplum itaate itilerek, benlik algısı tamamen yok edilerek biz algısı oluşturuluyor. Mutlu ve huzurlu bir ütopya gibi gözükse de aslında distopyanın en karanlık versiyonu ile yüz yüze geliyoruz. O kadar karanlık ki insanlar özgürlüğü tatmadan özgür olduklarını zannediyorlar. Oysa bu oyunda gözetleyenler dışında herkes bir piyon, herkes kafese kapatılan ve kanatları olduğunu unutan birer kuş.
Kitabın Dili
Biz’in geçtiği dünyada en ileri bilim, matematik olarak kabul ediliyor. İnsanların numaralar ile adlandırılmasının başlıca sebeplerinden biri de bu. Zamyatin bu bilimi kitabın dili olarak da kullanmak istemiş. Yoğun ve kesik düşüncelerden oluşan cümlelere çoğu zaman matematiksel unsurlar da eşlik ediyor. Yukarda bahsettiğim gibi, karakterin yazığı günlüğü okuduğumuz için genel olarak bir insanın aklında vızır vızır dönen düşünceleri de görebiliyoruz. Bu düşünceler bazen siz anlamadan kesiliyor, bazen anlatılan konudan çok farklı yerlere kayıyor. Yani Biz’i okurken tamamen kitaba odaklanmalı ve sindirerek okumalısınız.
Biz, okumanın ve anlamanın çok basit olmadığı, tarihe hakim olmadan da asıl anlamını kavrayamayacağınız zor bir kitap. Odağınız kaydığı anda aynı cümleyi hatta aynı sayfayı dönüp defalara okumak zorunda kalıyorsunuz. Bütün bu zorluklar yüzünden kitap akıp gidiyor diyemiyorum, fakat süründürmüyor da. Sadece biraz sabır lazım. Merak etmeyin, sabrın sonu selamettir. Kitap bittiğinde yüzünüzde “Ben ne okudum?” ifadesi ile duvarları izleyeceksiniz. Sonrasında ise ne okuduğunuzun farkına varacaksınız ve düşüncelerin içinde kaybolacaksınız. Kim bilir, belki benim gibi konuştuğunuz her insana büyülenmiş bir şekilde Biz’i anlatmak istersiniz.
Bir Neslin Öncüsü
Biz, distopya olmakla beraber aynı zamanda bir hiciv, hatta parodi olarak da nitelendiriliyor. Başından beri bahsettiğim ağır eleştiri bu işte. Hem Çarlık hem de Sovyet iktidarında sansüre ve baskıya maruz kaldığı için eleştirdiği toplumu parodileştirmesi Zamyatin’in tek çıkış yolu olmuş. Mutlak bir iktidar altındaki yaşamın, baskının, özgürlük kısıtlamasının ne olduğunu oldukça iyi deneyimlemiş olan Zamyatin; bütün bu deneyimlerini kendi dünyasında distopik hiciv ile birleştirdiğinde ortaya koskoca bir neslin öncüsü olan Biz çıkmış. Evet bir neslin öncüsü, çünkü o zamana kadar bu düzeni anlatmak neredeyse kimsenin aklına gelmemiş. Kendisinden sonra gelenlere ise tam bir rehber ve cesaret örneği olmuş.
Tek çıkış yolu parodileştirme olmuş dedim fakat bu eser yazarın sürülmesine de yol açmış ne yazık ki. Sansür karşıtı, özgürlükçü ve bağımsız duruşuna bir de Biz eklenince, Zamyatin yine baskılara ve ağır eleştirilere maruz kalmış. Sovyetler’de kalmanın kendisi için iyi sonuçlanmayacağını anladığında ise 1931 yılında, Gorki’ye mektup yazmış. Gorki’nin de desteği ile Stalin’den ülkeden çıkış için izin istemiş ve gönüllü olarak Paris’e sürgün edilmiş. 1937 yılında öldüğünde ise distopyanın öncülerinden, yeni gerçekçilik akımının ise kurucusu olarak ölmüş Zamyatin.
Çalıntı mı Yoksa Alıntı mı? biz
Biz’i okumaya ve araştırmaya başladığımdan beri herkesin dile getirdiği şey birçok kitaba ilham kaynağı olduğuydu. Fakat bunlardan biri var ki Biz’i kendine ilham kaynağı olarak mı almış yoksa çalmış mı, orası tam bir tartışma konusu. Peki bu kitap hangisi dersiniz? Ben söyleyeyim, 1984. Evet doğru duydunuz. Biz’i okuyana kadar 1984 en sevdiğim ve hayran olduğum kitaplardan biriydi. Fakat hem Biz’i hem de bazı gerçekleri okuduktan sonra artık 1984’e karşı buz gibi olduğumu itiraf edeyim.
Benzerliklerden bahsetmek gerekirse en başta 1984’ün Büyük Biraderi geliyor. Okuduysanız bilirsiniz, o herkesi görür ve her şeyden haberi vardır. Büyük Birader’in gözü üzerinizdedir. Zamyatin’in dünyasında da devlet herkesi cam duvarların ardından izleme gücüne sahip. Peki bu benzerlik yeterli mi? Tabii ki de hayır. Her distopyada olduğu gibi 1984’te de cinsellik olgusu belirli saatlere bağlı, öyle “Her istediğim insanla istediğim zaman beraber olayım,” diyemiyorsunuz. Cinsellik olgusu da bir sisteme bağlı ve bu sisteme itaat etmek zorundasınız. Aynı Biz gibi.
Bunun dışında 1984’ün merkezinde, aynı Biz’de de olduğu gibi totaliter rejim hakim. İnsanlardan tam ve eksiksiz itaat bekleniyor. Biz’in o karanlık distopya olgusunu 1984’te de buram buram hissediyorsunuz.
Fakat bütün bu benzerliklerin yanında, benim benzerlik diyemeyeceğim bir şey var: 1984’ü okuyan herkesin aklına kazanan bir olgu, bir olay, bir düşünce vardır. Kitap, bunu insanın en derinlerine işler. Her yerde bahseder, olabilecek her şekilde dile getirir. Peki nedir bu düşünce? 2×2=5. Hatırladınız, değil mi?
Peki size bu düşüncenin Biz’de de geçtiğini söylesem? “2×2=4” çoğu zaman gerçeği anlatmak üzere bizim de kullandığımız bir deyimdir. Fakat bu kadar benzerliğin olduğu bir kitapta bu deyimin de aynen kullanılması ve birbirine çok benzer cümleler ile anlatılması beni çok düşündürdü.
Zamyatin Biz’de şöyle yazmış: ‘“Doğru tektir, doğru yol da tek; bu doğru iki kere ikidir ve bunun doğru yolu ise dörttür. Eğer mutlu ve ideal şekilde çarpılmış bu ikiler herhangi bir özgürlüğü düşünmeye başlasalardı, yani açıkçası hatayı düşünselerdi bu, saçma olmaz mıydı?”
Orwell ise 1984’ü yazarken ”2×2=5 eder. Parti iki kere ikinin beş ettiğini söyler, siz de buna inanmak zorunda kalırdınız. Önünde sonunda bunu söylemeleri kaçınılmazdı: İçinde bulundukları konumun mantığı bunu gerektiriyordu. Felsefeleri, yalnızca yaşananların geçerliliğini değil, gözler önündeki gerçekliğin varlığını da yadsıyordu. Sapkınlıkların sapkınlığı sağduyuydu.” paragrafına yer vermiş. Devam eden sayfalarda ise ”Özgürlük iki kere iki dört eder diyebilmektir. Buna izin verilirse, arkası gelir.” cümleleri yer alıyor.
Bu “benzerliği” okuyana kadar 1984 için Biz’in bir ilham kaynağı olduğunu düşünmüştüm, fakat bu cümlelerden sonra fikirlerim tamamen değişti. Bazı kaynaklar 1984’ün iyileştirilmiş, hatta değiştirilmiş bir Biz olduğunu söylüyor. Ben bu fikre çok daha yakınım.
1984 kitabı yayımlandığında takvimler 1945’i gösteriyordu. Biz ise Britanya’da yayımlandığında yıl 1924’tü. Bu sırada yirmi bir yaşında olan Orwell’ın Biz’i geliştirmek ve Britanya halkına sunması için arada yirmi bir yıllık fırsatı vardı. Bana bu fırsatı çok iyi kullanmış gibi geldi. Benim anlattıklarım ile alıntı mı yoksa çalıntı mı olduğuna karar verebilmeniz mümkün değil. Hatta kimse kesin olarak çalıntıdır da diyemez. Ancak tahmin yürütebiliriz. Fakat bu iki kitabı okuyup karşılaştırdığınızda sizi de rahatsız eden “benzerlikler” olduğunu göreceksiniz sevgili okuyucu.
Son Sözler
Ben, kendi son sözlerime gelmeden önce kitabın son ve ön sözlerine değinmek istiyorum. İthaki Yayınları’nın basmış olduğu Biz, Zamyatin’in ön sözünü ve son söz niteliğindeki makalesini de barındırıyor. Aranızda ön ve son sözleri okumayı sevmeyenler olabilir, fakat bu sefer okumanız gereken iki yazı var ortada. Bahsettiğim bu iki yazıyı okuduğunuzda Zamyatin’in kişiliğini, düşüncelerini ve davasını çok daha iyi kavracaksınız. Biz’de anlatmak istedikleri çok daha iyi oturacak kafanıza.
Sizler için bu yazının ön hazırlığını yaparken, taslağı oluştururken, kontrol ederken ve son şeklini verirken her seferinde bir kere daha yaşadım kitabı. Her seferinde bir kere daha Zamyatin’in davasına ortak oldum. Kaçırdığım yönlerini keşfettim, unuttuğum detayları hatırladım. Ben bu kitap hakkında sabaha kadar konuşabilir, herkese anlatabilirim. Bu dünyadan bir Zamyatin geçti ve her devrin muhalifi oldu. Hiç kimse onun fikrilerini benimsemek, aynı fikirde olmak zorunda değil. Fakat sizden ricam vaktinizi ayırıp Biz’i okumanız, çok sevdiğimiz distopyaların atasını tanımanız. Unutmayın, nitelikli bir okuyucu kitap okumakla kalmamalı, araştırmacı da olmalıdır. Okuduklarının kökenine inmeli, ne okuduğunu tanımalıdır.
biz
Yine bir yazının daha sonunu getirdik hep beraber. Bu sefer Biz’i, sizlere olabildiğince anlatmaya çalıştım. Umarım ki dikkatinizi çekebilmiş, merak uyandırabilmişimdir. Yazıma son olarak çok sevdiğim ve okur yazar kişiliğim ile özdeşleştirdiğim bir Zamyatin alıntısı ile veda etmek istiyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, kendinize iyi bakın!
biz
Gerçek edebiyat güvenilir ve gayretkeş görevliler tarafından değil; ancak aykırı ve asi ruhlular, çılgınlar ve hayalciler tarafından gerçekleştirilebilir.
Yevgeni Zamyatin
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş! :