Merhaba sevgili Bibliyoraf okurları. Bu yazımda uzun uğraşlar sonucu bitirdiğim bu efsanevi seriyi ince detaylarıyla inceleyip yorumlayacağım. Cam Şato’dan Kül Krallığı’na ne gibi değişiklikler oldu? Kül Krallığı’ndan memnun muyuz? Neleri sevdik neleri sevmedik? Hepsini didik didik edeceğim merak etmeyin. Oldukça fazla spoiler olacak elbette. Hazırsanız başlayalım. kül krallığı
Küçük bir not: Yazıda Cam Şato Serisi’ne dair bol bol spoiler bulunmaktadır. Eğer seriyi bitirmediyseniz bu yazıyı okumamanızı öneririz.
Öncelikle yazarın bu seriyi yaklaşık on senelik bir araştırma ve yazım süreci sonucunda ortaya çıkardığını söylemek istiyorum. Ki bu en başında takdir etmemiz gereken bir durum. Özellikle kurgu ile ilgilenenler bilir ki asıl zor olan yazmak değil, öncesindeki hazırlık sürecidir. On sene biz okurlara uzun bir süre gibi gelebilir ama bir yazar için inanın ki değil.
kül krallığı
Seri yorumuna geçmeden önce serinin teknik detaylarından biraz bahsedelim. Seri, biri novella olmak üzere toplamda sekiz kitaptan oluşuyor. Okuma sırası ise şu şekilde:
- The Assassin’s Blade (Novella)
- Cam Şato
- Karanlık Taç
- Ateşin Varisi
- Gölgeler Kraliçesi
- Fırtınalar İmparatorluğu
- Şafak Kulesi
- Kül Krallığı
Dex Yayınları‘nın Aralık 2021’de çıkacağını duyurduğu The Assassin’s Blade adlı novellada Celaena’nın Cam Şato’dan önceki hayatını okuyoruz. Bu kitap aslında ayrı ayrı yayınlanan beş novellanın birleştirilmiş hali. İçerisinde Celeana’nın seri boyunca karşımıza çıkan isimlerden Sam, Rolfe, Ansel, Arobynn ve Yrene karakterleri ile maceraları bulunuyor.
Şafak Kulesi’nde ise hem kendine şifa bulmak hem de müttefik edinmek için Güney Kıtası’na doğru yolculuğa çıkan Chaol’a eşlik ediyoruz. Serinin diğer kitaplarından farklı olarak bu kitap Chaol ve Nesryn karakterlerine odaklanıyor. Bunun nedeni ise bu kitabın da aslında bir novella olarak yazılmaya başlanması. Sarah’nın Şafak Kulesi’ni yazarken bu hikayeyi kısa kesmek istemediğini fark etmesi ile bu kitap da romana dönüşüyor. Her ne kadar ana karakterlerimizin neredeyse hiçbiri bu kitapta olmasa da ortaya çıkan sırlar ve kurgunun bütünlüğü açısından okunması gerekiyor.
Seriye Nasıl Başladık? kül krallığı
Cam Şato’da on sekiz yaşındaki Celaena, kralın suikast şampiyonu olmak üzere yarışmak için Adarlan’ın veliaht prensi tarafından kölelikten kurtarılıyor. Yarışmada büyü ile bağlantılı bazı mistik olaylarla da asıl hikaye yavaş yavaş kendini göstermeye başlıyor.
Cam Şato ve Karanlık Taç boyunca hepimizin tanıdık olduğu sıradan bir kurgu okuyacağımızı düşünüyoruz. Fakat ikinci kitabın sonunda ortaya çıkan sır tüm hikayenin gidişatını değiştirerek okuyucuları daha da meraklandırıyor. Olaylar, konular, karakterler ve serinin dünyası o çok kadar değişiyor ki Cam Şato ile Kül Krallığı arasında devasa bir uçurum var.
İlk kitap ile son kitap arasında o kadar fark var ki, sadece ilk kitabı okumuş biri son kitaptan tek bir paragraf bile anlayamaz. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi tartışılır. Ama kesin olan bir şey var ki o da yazarın destansı bir öykü kurgulamak için çok çalıştığı. Bizi şaşırtabildi mi? Bazı noktalarda. Çuvalladığı oldu mu? Tabii ki. Gelin bunlara bakalım şimdi.
Yol Boyunca Neler Değişti?
Seriyi okuyanlardan şunu kesin olarak duymuşsunuzdur, “İlk iki kitap hiçbir şey. Asıl olay üçten sonra başlıyor”. Gerçekten de öyle. Yazar bize önce maskelerini takmış, oyun oynayan birkaç karakter gösteriyor ve aniden bir gece yarısında maskeler düşüyor. Böylelikle tüm kurgu da bir anda yön değiştiriyor. Buna alışık olmayan biz masum okurlar da seriyi daha bir şevkle okumaya başlıyoruz. Bence bu gayet başarılı bir anlatım ve pazarlama yöntemi.
İkinci kitabın sonunda Celaena’nın aslında o meşhur kayıp kraliçe Aelin olduğunu öğreniyoruz. Bununla birlikte bazı gariplikler de anlam kazanıyor. Büyünün neden yasaklandığını, cadıların hikayesini, feylerin diyarını çözüyoruz yavaş yavaş. Hikaye o kadar değişiyor ki nasıl yola çıktığımızı unutuyoruz.
Sarah’nın bir başka özelliği ise yarattığı evreni seri boyunca farklı dünyalara taşıması. İlk başlarda sihrin yasak olduğu evren bir anda olağanüstü güçler, feyler, cadılar, şekil değiştirenler ve antik çağlardan yaratıklarla doluyor. Hatta Sarah Chaol’un hikayesini okuduğumuz Şafak Kulesi’nde bile özel, apayrı bir dünya yaratıyor. Açıkçası Kağanlık’a ait bir seri de okumak isterdim (Favori karakterlerimin Borte ve Sartaq olduğunu söylemeden geçemem.)
Sarah gerçekten nasıl dünya kurulacağını iyi biliyor. Yazar doğaüstü yaratıkları hikayelerinde kullanmayı çok seviyor ve bunu da başarıyla hikayelerine ekliyor. Örneğin feylerin güçleri ve valglerin ortaya çıkış şekli hikayede çok güzel ve özenli bir şekilde anlatılıyor. Cadılar ve ejderhaların gelişimi de hikayeye yedirilmiş hoş bir detaydı bence.
Karakter Çeşitliliği Kül Krallığı
Sarah J. Maas okuyanlar bilir ki yazarımız karakter çeşitliliğini, yoktan karakter var etmeyi ve tüm karakterleri birbiri ile ilişkilendirmeyi çok sever. İlk üç kitapta serinin kaderini belirleyecek olan karakterlerin çoğunluğuyla tanışmamıştık bile. Mesela gönlümüzü çalan Aedion ve Lysandra çok sonradan aramıza katıldı. Elide, Manon, Fenrys, Sartaq, Lorcan… Hepsi ile serinin ortalarında tanıştık.
Zaten Celaena’nın gerçek kimliğini bile ikinci kitabın sonunda öğrendik; devamında da asıl erkek karakterimiz seriye teşrif etti. Sarah J. Maas’ı diğer yazarlardan ayıran özelliği de bu aslında. Kadın resmen her serisinde bize “İlk gördüğünüz erkeğe aşık olmayın, o esas karakter değil” diyor.
Yayın yönetmeninin notu: Acaba bunun sebebi kendisinin de neler olduğundan bir haber olması olabilir mi? Buraya kadar kendimi tuttum ama yazmasam içimde kalırdı Begümay <3
Sarah’yı karakter çeşitliliğine harcadığı çabadan dolayı tebrik etmeliyim. Seri boyunca karşımıza sürekli yeni karakterler çıktı. Kimileri gönlümüzü çaldı, kimilerinden de nefret ettik. Ama bu noktada şöyle bir çekincem var, bu kadar karakter gerçekten gerekli miydi? Mesela Şafak Kulesi’ni ele alalım. Tamam, elbette ki Aelin’in müttefiklere ihtiyacı vardı. Ancak bu defa karakterler yoktan var oldu, bir anda karşımıza çıktı. Kahramanımızın geçmişte yaşadığı maceralardan bir sürü karakter de dahil oldu seriye. Biz okurlar da haliyle neye uğradığımızı şaşırdık. Bunlar bir yana Aelin’in ailesinden de pek çok kişi de dahil oldu ve bunlar hiç tanıtılmadı. Açıkçası onlara ait ayrı bir novella daha okumak isterdim.
Zor Açılan Karakterler
Chaol öylesine zor bir karakterdi ki, yazar da bunu bildiğinden, gelişimi için altı yüz küsür sayfalık bir kitap ayırdı. Gelin görün ki günün sonunda Chaol yine Chaol’du. Neyse ki yanında Yrene vardı da onu daha çekilebilir hale getirdi. (Burada ikisinin ilişkisinin çok hızlı geliştiğin söylemeliyim. Üç ay gibi kısa bir sürede evlenmek… Biraz uçuktu bence.) Yanlış anlaşılmasın, çoğunluğun aksine Chaol’u seviyorum. Ancak eğri oturup doğru konuşalım, işleri yokuşa sürmekte üzerine yok. Ayrıca Aelin’in gerçek kimliğini kabul etmesinin de beş kitap sürdüğünü hatırlatayım. Yani… Mermer olsa aşınırdı be Chaol.
Gelelim Aedion’a. Aedion, gelişiminden en memnun olmadığım karakter olabilir. Başlangıçta Aedion’u çok sevmiştim. Aelin ile kavuşmalarını kitap boyunca dört gözle beklemiştim. Ve sonuç… Hüsran. Bir karakter ancak bu kadar gıcık ve empati yoksunu olabilirdi. Yıllardır kayıp olan kuzenini bulmuşsun ama general olarak seçilmediğin için trip mi atacaksın yani? Kaldı ki kuzenin senin yaşadığından bile emin değildi. Kül Krallığı’nın başında ise Aedion iyice dibe battı. Lysandra’ya yapmadığını bırakmadı. Baba-oğul mevzusu zaten içimizde kanayan bir yara… Ancak sonlara doğru neyse ki toparladı kendisini. (Aedion’a saydırdıktan on sayfa sonra onu affettiğimi söylemeliyim. Ben mi yufka yürekliyim yoksa Aedion gönül almayı mı biliyor, ona siz karar verin.)
Başarılı Gelişimler
En iyi karakter gelişimi hiç şüphesiz Manon’a ait. Başlangıçta kendisi oldukça sert, duygusuz ve çekilmez bir düşmandı. Sona doğru ise neredeyse önüne gelene gülümseyecek kadar yumuşak bir karaktere dönüştü. Dorian’a da böyle biri gerekiyordu bence. Manon’la Aelin’in rekabet/dost dinamikleri ise en zevk aldığım şeylerden biriydi. Ve On Üçlerini kaybetmesi… Ciddi anlamda yüreğimi burktu. Ancak karakter gelişimi bakımından bu hamle gerekliydi diye düşünüyorum.
Dorian ise hüzünlü bir biçimde gelişti ve büyüdü diyebiliriz. Ki bu da oldukça gerekliydi ve dönüştüğü kişi kesinlikle hoşuma gitti. Bazı noktalarda geçmişini bırakamaması beni yorsa da genel olarak harika bir karakter haline geldi diyebilirim. Kazandığı güçler onu yeni bir seviyeye taşırken kurgu açısından da onu oldukça kilit noktalara yerleştirdi.
Diğer yandan seride okumaktan en keyif aldığım çift kesinlikle Elide ve Lorcan oldu. Seri boyunca birbirlerini geliştirmelerini okuduk, ki benim en sevdiğim şeylerden biri de karşılıklı alışverişi olan ilişkilerdir. Elide, Lorcan’ı duygusal anlamda büyütürken, Lorcan da onu aşina olmadığı vahşi dünya ile tanıştırdı. Elide’ın naifliği ve saflığına rağmen zehir gibi zeki olması, hayatta kalabilmesi bir karakterde görmek istediğim özelliklerdendi. Son kitapta Lorcan’ın hayatını destansı bir şekilde kurtarması da resmen zirve noktaydı benim için. Neyse ki bu hikaye de mutlu sona kavuştu. Son olarak, Lorcan’ın Elide’ın soyismini alacak olması fazlaca eğlendiğim hoş bir detaydı.
Bazı Hayal Kırıklıkları Kül Krallığı
Kül Krallığı’nın ilk yarısı tamamen Aelin’i kurtarma girişimine adanmıştı. Her şeyin en iyisini bilen ve kendini feda etme meraklısı olan baş karakterimizin seçimlerinin bizi getirdiği nokta burasıydı. Bu olayı sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Her ne kadar sevdiklerinin iyiliğini düşünse de bu oldukça bencilce bir davranıştı. Rowan ve diğerlerinin Aelin’i kurtarmaya çalışacağı zaten belliydi. Aelin işi yokuşa sürerek sadece zaman kaybettirdi ve sevdiklerini yordu.
Ancak bir konuda oldukça fazla üzüldüğümü söylemeliyim. İlk tanıştığımız andan beri Gavriel ve Fenrys’e bayılmıştım. Gavriel’in şövalye tavırları, nezaketi, oğluna olan sevgisi ve pişmanlığını okumak harikaydı. Fenrys ise alaycı tavırları, çekiciliği ve Aelin’e olan sadakati ile daha ilk andan okurun kalbini çalan bir karakterdi. İşte bu noktada eğer illaki birinin ölmesi gerekiyorsa bu kişinin Fenrys olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Gavriel’in hikayesi henüz bitmemişti. Oğlu ile barışacaktı, düğününü görecekti… Diğer yandan Fenrys oldukça acı çekti ve artık eskisi gibi ışıldamıyordu. Belki de kendini feda etmesi gereken oydu diye düşünüyorum. Yazar en çok acıtacak yolu bilerek seçmiş anlaşılan.
Geriye Kalan Soru İşaretleri
Seride beni en çok rahatsız eden ve kafamı kurcalayan şey yazarın gözümüze soka soka eksiksiz bir saray meclisi yaratacağını söylemesiydi. Hepimiz tereddütsüz serinin mutlu sonla biteceğini ve saray meclisinin bir şekilde kurtulacağını biliyorduk. Bu da son kitaptaki kilit olayını ciddiye alamamamıza sebep oldu. Kaldı ki Sarah’nın kilidin dövülmesi olayını çözüş şeklinden hiç hoşlanmadım. Aelin yine Aelin’lik yapıp başkalarına sormadan tüm yükü sırtlanmaya kalktı. Ne diyeyim ki şimdi? Bu kız hiç uslanmayacak herhalde.
Bu mükemmelliğe ulaşmaya çalışan, tabiri caizse zorlama saray meclisi yüzünden inandırıcılık seviyesi oldukça düştü. Bu da okuma zevkini azalttı ama buna rağmen yine de seyirlik bir manzarası var bu serinin.
Bir diğer sorun ise karmaşık aile yapıları ve soy ağacı sorunu. Kaç kere içimden “Keşke bir soy ağacı tasarlanmış olsaydı” dedim hatırlamıyorum artık. Kim kiminle evliydi, Mala’nın soyu, yok diğerinin çocuğu, kuzen gibi ama değil… Beşinci kitapta ortaya çıkan Galan mesela. KİM BU ADAM? Bizim niye varlığından daha yeni haberimiz oldu? Sellene Doğunun kraliçesi, Aelin Batının… Ee bu kız bu güne kadar neredeydi? Bunlar yedire yedire açıklansa çok daha güzel olabilirdi.
Birtakım Sıkıntılar
Aelin’in ünvanları… Takma isimlerine girmek dahi istemiyorum çünkü arama motoruna yazarsanız önünüze upuzun liste gelir ve bu yazı zaten yeterince uzun oldu. Aelin şöyle müthiş, şöyle esaslı savaşıyor, Aelin herkesin istediği, sevdiği kraliçe… Böylesine fazla yüceltmeye gerek yoktu gerçekten. Biz zaten baş karakteri sevmeye programlanmışız Sarahcığım ne diye bu kadar isim bulmaya uğraştın?
Bu arada Sarah’ın kendi evrenlerini birbirine bağlamasını sevdim. Eğer ilerde serilerini birleştirmeyi düşünürse tadından yenmez ama… Neden diğer serinden büyük bir spoiler yedim ben şimdi? Daha okumamıştım belki…
Toparlamam gerekirse, epik bir seri için eksikleri olan ama yine de destansılığından hiçbir şey kaybetmeyen bir sondu. Son yüz sayfayı “The Ballad of Terrasen” dinleyerek ağlaya ağlaya okudum. Eğer ağlama katsayınızı üç ile çarpmak isterseniz sizin de dinlemenizi tavsiye ederim. Bir başka yazıda görüşmek üzere. Mavilerle kalın.
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş