daisy jones
Bu romanında Taylor Jenkins Reid, bizi dünyanın müzik adına en önemli çağlarından birine, 1970’lere götürüyor ve Rock’n’Roll’a davet ediyor.
Öncelikle kimdir bu Taylor Jenkins Reid diye soranlar olabilir. Reid, son dönemin gelecek vadeden genç kadın yazarlarından biri. İlk romanı Sonsuza Dek Ayrı’dan (Forever Interrupted) bu yana şimdiye kadar yedi roman yayımladı. Kırgın, umursamaz, güçlü ve hayata küsmüş kadınlar yazdı. Her birinde mutlaka çok orijinal bir konuya değindi. Son iki romanı Evelyn Hugo’nun Yedi Kocası ve Daisy Jones ve The Six’de ise ünlüler dünyasına gidip bizlere, biri Hollywood’dan diğeri müzik dünyasından olmak üzere iki farklı kadının öyküsünü aktardı. Ve nedendir bilinmez, fazla gerçekçi oluşlarından olabilir, bu iki kitap hem ülkemizde hem de dünyada son iki yıla damgasını vuran kitaplar oldu.
2019 Goodreads Ödülleri’nde Tarihi Kurgu kategorisinde yılın en iyisi seçilen Diasy Jones ve The Six, röportaj formunda yazılan kurgusuyla daha ilk sayfasından ilgiyi cezbedip “Üç yüz küsur sayfa süren bir röportaj mı? Ama nasıl?” merakıyla sayfaları çevirmenizi, The Six’in kurgu olduğunu bildiğiniz halde yine de ara ara “Ya değilse?” kuşkusuyla okumanızı sağlıyor. Anlatılanlar oldukça gerçek ve elle tutulabilir. Şarkılar hariç. Onları da dinleyebiliyor olsak Daisy Jones ve The Six’in gerçek olduğuna yemin edebiliriz belki de.
Ve Rock’n’Roll Başlıyor Daisy Jones
Röportaj başladığında kitap bizi alıp 60’ların ortasına götürüyor. Billy ve Graham kardeşler tarafından evlerinin garajında kurulan The Six, zamanla kemik kadrosunu oluşturup ilk plak anlaşmasına imza atıyor. Ancak grubun zirveyi sallaması çok sonra yaşanıyor. Önce hem onların hem de okurun Daisy’le tanışması gerekiyor.
Daisy Jones yalnız, hem ailesi hem çevresi tarafından görmezden gelinen bir kız. Yalnızlıktan çıkışı uyuşturucu, partiler ve müzik dünyasının içine girmekte buluyor. Çok iyi bir söz yazarı olmasının yanı sıra doğuştan olağanüstü bir sese de sahip. Ancak yolu hep yanlış insanlarla kesişiyor. Ta ki The Six’e kadar. The Six, 60’larda kurulmuş başarılı bir rock grubu. Ancak onları zirveye taşıyacak hiti 70’lerin başında gerçekleştiriyorlar. Ve sonrası: Rolling Stone kapağı, milyon satan plaklar, stadyumları dolduran konserler.
Kitaptaki röportajı gerçekçi kılan, bu grup neciymiş diye Google’da aratmanızı sağlayan -inanın bunu yapanlar tanıyorum :D- şey belki de karakterlerin her birinin eşit derecede özel ama bir o kadar da mükemmel olmayışı. Depresyon, uyuşturucu/alkol bağımlılıkları, rehabilitasyon… Bunların hepsini sonuna kadar yaşayıp belki de en dibe batıyorlar ama düştükleri gibi kalkmasını da biliyorlar. Gerçek dünyaya döndüğümüzde bu durum biraz ütopik geliyor. Fakat bazı kurguların sevimli yanı da bu sanırım; kötü şeyler hep kötü kalmıyor. Bazı karakterler için tünelin sonunda hep bir ışık oluyor.
Bu Şarkılar Neden Gerçek Değil?
Okurken sık sık eli Google’a seğirmeyen bizden değildir. Röportaj boyunca bahsi geçen şarkıların gerçekten bir yerlerde var olduğu hissini üzerinizden atamıyorsunuz. The Six’in, Daisy gruba dahil olduktan sonra piyasaya sürdüğü her şarkıyı dinlemeden hissetmek garip bir şey, ama yazar bunu başarıyor. Şarkıların sözleriyle, grup üyelerinin anlattıklarıyla… Bir şekilde, siz de o âna televizyon karşısında ya da bizzat konserde tanık olmuş gibi hissediyorsunuz. Eliniz, açayım da dinleyeyim diye seğiriyor ve birden o şarkıların gerçek olmadığını hatırlıyorsunuz! Çatırdayan kalpler… Sanırım bu noktada kitabın neden röportaj formunda yazıldığını daha iyi kavrıyor insan. Çünkü belki de sırf bu yüzden anlatılanlar kurgu gibi değil de daha gerçekçi geliyor.
Öyle rahat bir uykuya dalıp da / Uykusuz geceleri bana bırakmaya cüret etme sakın / Bırak dünya omuzlarına binsin
Annelik Mi Yoksa Kadınlık Mı?
Bir grup erkeğin arasında üç kadın görüyoruz: Daisy, Karen ve Camilla. Kadın olmak için anne olmak zorunda değilim diyen Karen’a karşı anne olmak için doğdum diyen bir Camilla ve ikisinin yaptığı her şeye aykırı davranan, bu dünyaya sadece kendim için geldim diyen bir Daisy. Üç farklı karakterde, üç farklı dünyadan gelen bu kadınlar, güçlü duruşlarıyla erkeklerin arasından sıyrılarak öne çıkıyor. Kadınlık, annelik ve özgürlük kavramları hakkında etkileyici davranışlar sergiliyor ve bilinenin aksine “kadının dostu yine kadındır” diyorlar. Aynı fikirde olmasalar bile, aynı tarafta olmasalar bile… Birbirlerini her şekilde kolluyorlar.
Ancak bu kısımları okurken bu kurgu röportaj formunda yazılmasaydı çok daha vurucu ve etkileyici olur muydu diye düşünmeden edemedim. Kadınların o anda hissettiklerine bizzat konuk olmak, erkeklere bakış açılarını görmek güzel olabilirdi. Sanırım tüm kitap boyunca keşke bu formda yazılmamış olsaydı dediğim tek andı.
Keşke birileri bana aşkın eziyet olmadığını söylemiş olsaydı. Çünkü ben aşkın seni ikiye bölecek, kalbini kıracak ve onu en kötü biçimde bırakacak bir şey olması gerektiğini düşünüyordum. Aşkın bombalardan, gözyaşlarından ve kandan oluştuğunu sanıyordum. Seni ağırlaştırması değil hafifletmesi gerektiğini bilmiyordum. Aşkı bir savaş sanıyordum. Onun… Onun barış olması gerektiğini bilmiyordum.
Biri Uyarlama Mı Dedi? Daisy Jones
Sanırım o şarkıları artık duyabileceğiz sevgili okur! Uyarlama haberinde beni heyecanlandıran ilk şey bu oldu. Aktris ve kitap kurdu Reese Witherspoon, Amazon Prime için kitabın 12 bölümlük mini dizi uyarlamasına yapımcılık yapacağını duyurdu. Daisy Jones’u Riley Keough, Bill Dunne’ı ise Sam Claflin canlandıracak. Tüm kadroya göz atmak isterseniz sizi şöyle alalım: IMDb
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş: