Bu ayki ön okuma köşemizde son ayların en popüler kitaplarından biri var. Rebecca Yarros’un beş kitaptan oluşması beklenen The Empyrean serisi hem yurt dışında hem de ülkemizde çok konuşuluyor. Bizler de ejderha binicilerin konu edinildiği bu serinin ilk kitabı Fourth Wing’den küçük bir kesiti sizlerle paylaşmak istedik. fourth Wing
Ön okumasını ekibimizden Sude Süne’nin1 dilimize çevirdiği bu kitap, çok yakında Elif Dinçer çevirisiyle Olimpos Yayınları tarafından yayımlanacak.
1: Bu metin Sude Süne tarafından Bibliyoraf.com için çevrilmiştir. Çevirmenin ve Bibliyoraf’ın izni olmadan başka bir sitede kullanılamaz.
Binicisiz bir ejderha trajedidir,
Ejderhasız bir binici ise ölüdür.
–BÖLÜM BİR, MAKALA BİR
EJDERHA BİNİCİSİNİN EL YAZMASI
BÖLÜM BİR
Askere Çağrılma Günü, günlerin en ölümcülüydü. Belki de gün doğumunun gözüme bu kadar güzel gelmesinin sebebi de buydu. Çünkü bugünün son günüm olabileceğini biliyordum.
Ağır sırt çantamın kayışlarını sıkılaştırıp, evim dediğim taştan kalenin geniş merdivenlerini güçlükle tırmandım. General Sorrengail’in ofisine giden taştan koridora vardığımda, göğsüm güçlükle yükseliyor, ciğerlerim yanıyordu. Altı aylık yoğun fiziksel eğitimin bana katkısı buydu işte, on üç kiloluk bir çanta ile altı katlı bir merdiveni zar zor çıkabilme yeteneği.
Boktan bir haldeydim.
Görevlerini yerine getirmek adına birliğine seçilmeyi bekleyen kapının girişindeki binlerce yirmili yaşlarındaki kalabalık, Navarre’ın en güçlü ve en akıllılarıydı. İçlerinden yüzlercesi, Binicler Bölüğü’ne girebilmek ve elitlerden biri olabilmek için doğduklarından beri hazırlanıyordu. Benim ise tam olarak altı aylık vaktim olmuştu.
Üst kattaki iniş üssünün geniş koridorunu kaplayan ifadesiz korumalar, ben geçerken göz kontağı kurmaktan kaçınıyorlardı. Ancak bu zaten yeni bir şey değildi. Ayrıca, görmezden gelinmek benim başıma gelebilecek en iyi senaryoydu.
Basgiath Savaş Koleji… eh, hiç kimseye nazik davranılmaması ile bilinirdi, annesi yönetimde olan benim gibilere bile.
Her Navarrelı subay; şifacı, kâtip, piyade ya da binici, hangi dalda eğitim görmeyi seçmiş olurlarsa olsun, dağlık sınırlarımızı Poromiel krallığının şiddetli istilalarından ve onların grifon binicilerinden korumak için üç yıl boyunca bu duvarların arasında şekil alır, silahlara dönüştürülürdü. Zayıflar burada hayatta kalamazdı, özellikle de Binici Bölüğü’nde. Ejderhalar bunun icabına bakıyordu.
BAŞLIK
“Onu ölüme gönderiyorsun!” Tanıdık bir ses generalin kalın ahşap kapısından şiddetle yükselirken, nefesim kesildi. Kıta’da generale sesini yükseltecek kadar aptal olan tek bir kadın vardı. Ancak onun da Doğu Kanadı ile sınırda olması gerekiyordu. Mira.
İçeriden boğuk bir yanıt geldiğinde, kapı koluna uzanmıştım.
“Hiçbir şansı yok!” Ben ağır kapıyı açmak için zorlanıp çantamın öne doğru yer değiştiren kuvveti ile neredeyse yere kapaklanırken, Mira bağırıyordu.
Kahretsin.
General masanın arkasından küfrederken ben de dengemi sağlamak için kırmızı döşemeli koltuğun arkasına tutundum.
“Kahretsin anne, kendi sırt çantasıyla bile başa çıkamıyor.” Mira yanıma koşarken bağırdı.
“İyiyim!” Yanaklarım utançtan kızarırken, kendimi dik durmak için zorladım. Mira döneli daha beş dakika olmuştu ve şimdiden beni kurtarmaya çalışıyordu. Çünkü kurtarılmaya ihtiyacın var, seni aptal.
Bunu istemiyordum. Biniciler Bölüğü saçmalığının parçası olmak istemiyordum. Ölümü dileyecek kadar aptal değildim. Basgiath’a giriş testinde başarısız olup, askere alınanlarla beraber orduya gitsem bile daha iyi olurdum. Ama çantamla başa çıkabiliyordum ve kendimle de başa çıkabilirdim.
“Oh, Violet,” Güçlü eller omzumu sıkarken, endişeli kahverengi gözler bana bakıyordu.
“Selam Mira,” Dudaklarımın kenarında yavaşça bir gülümseme oluştu. Mira veda etmek için burada olabilirdi ancak ben seneler sonra ilk defa kız kardeşimi gördüğüm için mutluydum.
Bakışları yumuşarken, omuzumdaki elleri sanki beni kollarının arasına çekecekmiş gibi gevşemişti. Ancak geri çekilip, yanımda dururken annemizle yüz yüze geldi. “Bunu yapamazsın.”
“Çoktan yaptım.” Annem omuz silktiğinde, ani hareketiyle üstüne yapışan siyah üniforması kırışıp tekrardan düzeldi.
Fourth Wing
Alayla güldüm. Erteletme umudu buraya kadardı. Merhametsizliği ile tanınan bir kadından merhametin gramını görmeyi bekleyecek ya da umut edecek değildim elbette.
“O zaman geri al,” dedi Mira öfkeyle. “Tüm hayatını Kâtip Birliği’nde olmak için eğitim alarak geçirdi, bir binici olmak için değil.”
“Tamam, ama o senin gibi değil, değil mi Teğmen Sorrengail?” Annem elini destek almak için masasının tertemiz yüzeyine koyarken, hafifçe eğilerek masasına yaslandı. Kısılmış gözleri ile masasının ayaklarına kazıtılmış ejderhalarınkini andıran yargılayıcı bakışlar atıyordu. Ne düşündüğünü bilmek için yasaklanmış zihin okuma gücüne ihtiyacım yoktu.
Yirmi altı yaşındaki Mira, annemizin gençlik versiyonuydu. Uzun vücudu, senelerce yaptığı antrenman maçları ile ejderha sırtında geçirdiği yüzlerce saatten dolayı oldukça kaslıydı. Teni sağlıklı bir şekilde resmen parlarken, altın-kahve saçları savaştığı için tıpkı anneminki gibi kısa kesilmişti. Ama bundan da öte, annemle aynı kibri, gökyüzüne ait olduğuna dair sarsılmaz inancı, taşıyordu. Tam olarak, her şeyiyle bir biniciydi.
O benim olmadığım her şeydi. Annemin onaylamayan baş hareketi onun da buna katıldığının kanıtıydı. Ben çok kısaydım. Çok kırılgandım. Sahip olduğum kıvrımlar kas olmalıyken, hain bedenim beni daha da acınası bir konuma sokuyordu.
Annem bize doğru yürürken, duvarda asılı duvardaki lambalardan yansıyan cadı ışığı titreşiyordu. Uzun örgümün uç kısmını eline aldı. Omuzlarımın altındaki sıcak rengin son bulup yerini metalik soğuk bir griye baktığı o kısma dudak büktü, ardından saçımı bıraktı. “Soluk ten, soluk gözler, soluk saç.” Bakışları iliklerime kadar işliyor, özgüvenimin her bir kısmını çekip alıyordu. “O ateş, gücünle birlikte sendeki tüm rengi çalmış gibi duruyor.” Annem kaşlarını çatarken gözleri kederle parladı. “Ona, seni o kütüphanede tutmaması gerektiğini söylemiştim.”
fourth wing
Annemi, bana hamileyken onu neredeyse öldüren o hastalığa ya da Basgiath’a eğitmen olarak yerleşmişken, bir kâtip olan babamın kütüphaneyi benim ikinci evim haline getirmesine söylenirken ilk kez duymuyordum.
“O kütüphaneyi seviyorum,” diyerek karşı çıktım. Babamın kalbinin pes etmesinin üzerinden bir sene geçmişti. Arşivler, bu kocaman kalede hala ev gibi hissettiren ve babama yakın olabildiğim tek yerdi.
“Bir kâtibin kızı gibi konuştun.” dedi annem sessizce ve bir zamanlar, babam yaşarken olduğu o kadını gördüm. Daha nazik, daha sakin… en azından ailesine karşı.
“Zaten bir kâtibin kızıyım,” Sırtım bana çığlık atarken, çantamın omzumdan yere doğru kayıp düşmesine izin verdim ve odamdan çıktığım andan beri ilk düzgün nefesimi aldım.
Fourth Wing
Annem gözlerini kırpıştırdı ve o sakin kadın gidip yerini tekrardan generale bıraktı. “Sen bir binicinin kızısın ve yirmi yaşındasın. Bugün senin Askere Çağrılma Günün. Özel dersini bitirmene izin verdim ama tıpkı geçen bahar söylediğim gibi çocuklarımdan birinin Katipler Birliğine katılmasını izlemeyeceğim, Violet.”
“Kâtipler, binicilerden çok daha değersiz olduğu için mi?” Binicilerin toplum ve askeri hiyerarşide en tepede olduğunu gayet iyi bilirken, homurdandım. Bağlı oldukları ejderhaların insanları eğlencesine kızartmasının da etkisi vardı.
“Evet!” Alışılmış soğukkanlılığı yavaşça kayboldu. “Ve Kâtipler Birliğine doğru giden tünelden yürümeye cesaret edersen, seni o aptal örgünden çekerek o sipere kendim koyarım.”
Midem kalktı.
“Babam bunu istemezdi!” diyerek çıkıştı Mira, boynu kızarırken.
“Babanı seviyordum ama o öldü.” dedi annem sanki hava durumunu anlatırmış gibi. “O yüzden de bugünlerde çok fazla bir şey istediğini sanmıyorum.”
Nefesim kesilse de tek bir kelime etmedim. Tartışmanın bana hiçbir yararı yoktu. Annem daha önce söylediğim hiçbir şeyi dinlememişti ve bugün de farklı olmayacaktı.
“Violet’i Biniciler Bölüğü’ne göndermek onu öldürmek ile eşdeğer.” Görünen o ki, kız kardeşim tartışmaya henüz son vermemişti. Mira annemle tartışmaya asla son vermezdi. Can sıkıcı olan şey ise annemin de ona bunun için saygı duymasıydı. Çifte standart yine kazanmıştı. “Yeterince güçlü değil anne! Bu sene çoktan kolunu kırdı bile, her hafta bir yerlerini burkuyor ve onu bir savaşta hayatta tutacak kadar büyük hiçbir ejderhaya binebilecek kadar uzun boylu değil.”
“Gerçekten mi, Mira?” BU. NE. DEMEK. ŞİMDİ. Ellerim yumruk halini alırken, tırnaklarım avucuma battı. Hayatta kalma ihtimalimin oldukça minimal olduğunu bilmek başka bir şeydi, kız kardeşimin yetersizliklerimi yüzüme vurması ise bambaşka bir durumdu. “Bana güçsüz mü diyorsun?”
“Hayır.” Mira elimi sıktı. “Sadece… kırılgansın,”
“Bu daha iyi değil,” Ejderhalar kırılgan kadınlarla bağlanmaz, onları yakarlardı.
başlık
“Evet, o minyon.” Annem beni baştan aşağı süzerken; krem, bol kesilmiş kuşaklı tuniğimi ve bu sabah ölümüm için seçtiğim pantolonumu inceliyordu.
Burnumdan soludum. “Şimdi de benim kusurlarımı mı listeliyoruz?”
“Hiçbir zaman bunun bir kusur olduğunu söylemedim.” Annem kız kardeşime döndü. “Mira, Violet sadece öğleden önce bile senin tüm hafta boyunca çektiğinden daha fazla acıyla başa çıkıyor. Eğer çocuklarımdan biri Biniciler Bölüğü’nde hayatta kalacaksa, bu o.”
Kaşlarım havaya kalktı. Bu kulağa oldukça büyük bir iltifatmış gibi geliyordu, ama konu annemken o kadar da emin olamıyordum.
“Askere Çağrılma Günü’nde kaç tane binici adayı ölüyor, anne? Kırk? Elli? Bir çocuğunu daha gömmeye bu kadar mı meraklısın?” dedi Mira öfkeyle.
Annemin ejderhası Aimsir’den aldığı fırtına taşıma gücü sayesinde odadaki sıcaklık düşerken irkildim.
Ağabeyimin hatırası ile göğsüm sıkışmıştı. Güneydeki Tyrr isyanı ile savaşırken, ejderhasıyla birlikte öldükleri günden bu zamana kadar geçen beş sene içerisinde kimse onun hakkında konuşmaya cesaret edememişti. Annem bana katlanmaya çalışıyor, Mira’ya ise saygı duyuyordu ancak Brennan’ı gerçekten severdi. Babam da öyle. Göğüs ağrıları da Brennan’ın ölümünden sonra başlamıştı.
Annemin çenesi kasıldı. Mira’ya intikam isteyen gözlerle bakmaya başladı. Kız kardeşim yutkunsa da dik dik bakma yarışındaki yerini korumaya çalışıyordu.
“Anne-” diye başladım konuşmaya. “Öyle demek istemedi-”
“Odadan. Çık. Teğmen.” Annemin sesi soğuk odada esen buhar gibiydi. “Ben kendi birliğinizden izinsiz ayrıldığınızı bildirmeden önce.”
Mira duruşunu düzeltip, askeri bir zariflikle dönerken başını salladı. Ardından tek bir kelime daha etmeden kapının yanındaki küçük sırt çantasını alıp odadan çıktı.
başlık
Bu, annem ve benim aylardır yalnız olduğumuz ilk andı.
Gözleri benimle buluşup, derin bir nefes alırken odanın sıcaklığı yükseldi. “Giriş sınavında hız ve çeviklik açısından en iyiler arasında yer aldın. Gayet iyi olacaksın. Tüm Sorrengailler gibi iyi bir iş çıkaracaksın.” Parmaklarının arkasını yanağımda gezdirirken, neredeyse tenime dokunuyordu. “Babana çok fazla benziyorsun,” diye fısıldadı, boğazını temizleyip birkaç adım gerilemeden önce.
Sanırım duygusal boşluk için üstün hizmet ödülü yoktu.
“Önümüzdeki üç sene boyunca seninle iletişim kuramayacağım.” dedi yeniden masasının ucuna otururken. “Basgiath’ın generali olarak senin üstün olacağım için.”
başlık
“Biliyorum,” Benimle şimdi bile çok fazla iletişime geçmediği için bu, endişelerimin en küçüğüydü.
“Benim kızım olduğun için özel muamele de görmeyeceksin. Tam aksine, sırf kızım olduğun için kendini kanıtlaman adına daha fazla üstüne gelecekler.” Bir kaşını kaldırdı.
“Oldukça farkındayım.” İyi ki, annemin kararını vermesinden önce ki son birkaç ayda Binbaşı Gilssted’den eğitim almıştım. Annem içe çekti ardından zorla gülümsedi. “O zaman sanırım seni Treshingte’ki1 vadide göreceğim, aday. Tabii gün batımına kadar bir öğrenci olursan.”
1: Treshing, binicilerin ve ejderhaların bağ kurduğu sınava verilen isim.
Ya da ölü.
Bunu ikimiz de söylemedik.
“İyi şanslar aday Sorrengail,” Beni etkili bir şekilde kovarken masasının arkasına geçti.
“Teşekkürler, General,” Çantamı alıp odasından çıktım. Bir koruma arkamdan kapısını kapadı.
Koridorun ortasında, tam iki korumanın arasından Mira, “O tam bir deli,” dedi.
“Ona bunu söylediğini iletecekler.”
“Sanki bunu zaten bilmiyorlarmış gibi,” diye sıktığı dişlerinin arasından konuştu. “Hadi gidelim. Tüm adayların rapor vermesinden önce sadece bir saatimiz var ve ben gelirken binlerce kişinin dışarıda beklediğini gördüm.” Yürümeye başladı beni taş merdivenlerden indirip, koridorlardan geçirerek odama götürdü.
Eski odama yani.
Gittiğimden beri geçen otuz dakika içerisinde tüm eşyalarım köşede yığılı duran kasaların içerisine yerleştirilmişti. Midem neredeyse zemine düşecekti. Annem tüm hayatımı bir kutuya yerleştirmişti.
fourth wing
Mira bana dönmeden önce, “Hakkını vermeliyim ki, annem oldukça becerikli.” diye mırıldandı açık bir şekilde beni değerlendiren bakışları üzerimde gezinirken. “Onu bundan vazgeçirebileceğime inanıyordum. Sen Biniciler Bölüğü’ne girmek için yaratılmadın.”
“Evet, bunu söyledin.” Ona bakarken bir kaşımı kaldırdım. “Defalarca,”
“Üzgünüm,” Yüzünü buruştururken yere oturup, çantasının içindekileri boşalttı.
“Ne yapıyorsun?”
Yumuşak bir sesle, “Brennan’ın benim için yaptığı şeyi,” dedi ve keder boğazıma saplandı. “Kılıç kullanabilir misin?” Kafamı hayır anlamında salladım.
“Çok ağır. Yine de hançerler konusunda oldukça hızlıyımdır.” Gerçekten çok hızlıydım. Yıldırım kadar hızlı. Güç konusunda eksik olduğum noktaları, hızımla gideriyordum.
“Ben de öyle düşündüm. İyi. Şimdi çantanı bırak ve o korkunç botları çıkar.” Getirdiği şeyleri sıralarken bana yeni çizmeler ve siyah bir üniforma verdi. “Bunları giy,”
“Çantamın ne sorunu var?” derken yine de dediğini yapıp yere bıraktım. Hemen çantayı açıp, dikkatlice içine yerleştirdiğim her şeyi bir kenara attı. “Mira, bu tüm gecemi aldı!”
başlık
“Çok fazla şey taşıyorsun ve çizmelerin tam bir ölüm tuzağı. Pürüzsüz tabanlarla siperden hemen kayarsın. Senin için her ihtimale karşı kauçuk tabanlı çizme yaptırdım ve bu sevgili Violet, en kötü ihtimal.” Kitaplar uçmaya başlayıp, kasaların yakınlarına düştü.
“Hey, sadece taşıyabileceklerimi alabiliyorum ve onları istiyorum!” O daha fırlatmaya fırsat bulamadan bir sonraki kitaba atıldım ve en sevdiğim karanlık masal koleksiyonumu zar zor kurtarmayı başardım.
“Bunun için ölmeye hazır mısın?” diye sordu gözleri sert bir şekilde bakarken.
“Onu taşıyabilirim!” Bu yaşananlar çok yanlıştı. Hayatımı kitaplara adamam gerekiyordu, çantam hafiflesin diye onları bir kenara fırlatmam değil.
“Hayır. Yapamazsın Çantanın ağırlığının ancak üç katı kadarsın, siper kabaca kırk beş santimetre genişliğinde, yerden altmış metre yukarıda ve son baktığımda bulunduğun yöne doğru hareket eden yağmur bulutları vardı. Köprü biraz kaygan olabilir diye sana yağmur bitene kadar bekleme hakkı tanımayacaklar, kardeşim. Düşeceksin. Öleceksin. Şimdi, beni dinleyecek misin? Yoksa yarın sabahki yoklamada adları okunacak diğer ölü adaylara mı katılacaksın?” Önümdeki kişi öz ablam değil, bir biniciydi. Bu kadın zeki, kurnaz ve biraz da acımasızdı. Karşımdaki, o üç seneyi sadece Threshing’te kendi ejderhasının sebep olduğu bir yara iziyle bitiren kadındı. “Çünkü olacağın tek şey bu. Bir başka mezar taşı. Taşa kazılmış başka bir isim. Kitapları bırak.”
“Bunu bana babam verdi,” Kitapları göğsüme bastırırken mırıldandım. Belki de çocukçaydı. Sonuçta elimdeki kitap, bizi büyünün cazibesine dair uyaran ve ejderhaları neredeyse şeytanlaştıran kısa hikâyelerden oluşuyordu.
İç çekti. “Karanlığı kullanan vermin ve onun wyvern’ü hakkında değil mi o kitap? Onu zaten binlerce kez okumadın mı?”
“Büyük bir ihtimalle daha bile fazla,” diyerek itiraf ettim. “Ayrıca vermin değil, venin deniliyor onlara.”
başlık
“Babam ve alegorileri,” dedi. “Sadece, bir ejderha ile bağlanmadan gücünü kullanmaya çalışma ve kırmızı gözlü canavarlar yatağının altında seni iki ayaklı ejderhalarının sırtına atıp, karanlık ordularına zorla katmak için beklemiyor.” Sırt çantama koyduğum son kitabı çıkarıp bana uzattı. “Kitapları at gitsin. Babam seni kurtaramaz. Denedi. Ben de denedim. Karar ver, Violet. Bir kâtip olarak mı öleceksin yoksa bir binici olarak yaşayacak mısın?”
Kollarımdaki kitaplara bakıp seçimimi yaptım. “Tam bir baş belasısın.” Masalları bir köşeye koyup, diğer cildi kız kardeşim ile bakışırken ellerimin arasında tuttum.
“Seni hayatta tutacak bir baş belası. O ne için?” diyerek meydan okudu.
“İnsanları öldürmek için,” Ona geri uzattım.
Küçük bir gülümseme tüm yüzüne yayıldı. “Güzel o sende kalabilir. Şimdi, ben bu dağınıklığı hallederken üstünü giyin.” Tepemizde zil çaldı. Son kırk beş dakikamız kalmıştı.
Bu metnin redaktörlüğü Selin Çolak tarafından yapılmıştır.
Kapak görselinde kullanılan illüstrasyon @kaylahardyart tarafından çizilmiştir.
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş: