Merhaba sevgili okur. José Saramago’nun 1995 yılında yazdığı Körlük, uzun zamandır dikkatimi çeken bir kitaptı. En sonunda merakıma yenik düşerek insanlığa acımasız bir bakış açısı getiren ve suratınıza tokat gibi çarpan bu kitabı okudum. İyi ki de okumuşum. Öncelikle José Saramago’nun dili ve bu etkileyici kurgusuyla tanıştığım, kitaptaki kurgunun içinde olmasak bile günümüz dünyasını bu kadar iyi yansıtabilecek bir kitapla yollarımız kesiştiği için mutluyum. Bahsettiğim bunca sıfat ve tanımlama biraz abartılı görünse de, inan değil. O zaman gel hep birlikte Körlük kitabını bu kadar etkileyici yapan neymiş, her yönüyle inceleyelim.
Asıl körlük, umudun tükendiği bu dünyada yaşamaktı.
Körlük, José Saramago
Bir körlük salgınıyla karşı karşıya olduğunuzu düşünün.
Körlük; bir gün ansızın yolda arabasıyla giden bir adamın, trafikte beklerken beyaz bir ışık sonrası kör olmasıyla başlıyor. Nereden ve neden geldiği bilinmeyen bu körlük, bir salgınmışçasına yayılmaya başlıyor. Birbiriyle farklı noktalarda temasa geçmiş, aynı ortamlarda bulunmuş ve iletişim kurmuş yüzlerce kişi terkedilmiş bir yerde karantinaya alınıyor. Sadece günlük yemek ihtiyaçları karşılanacak şekilde onları bir yere kapatıyorlar ve belirli kurallar çerçevesinde bu insanlar orada yaşamaya bırakılıyor. Orada sadece bir kadın körlüğe yakalanmıyor. İnsanlığın ve vicdanın gitgide eriyip gittiği bu yerde; tüm bu acımasızlığı çıplak gözlerle gören bu kadının yaşadıklarına, oradaki düzenin yavaş yavaş nasıl rayından çıktığına ve daha bir sürü olaya eşlik ediyoruz.
Körlük, başta inanamayacağınız ancak zamanla sizin de kendinizi içinde hissedeceğiniz bir kurgu.
Kitap konusu itibariyle farklı ve dikkat çekici bir kurguya sahip. Yazar, tüm insanların kör olduğu bir yerde bile düzenin ve sistemin nasıl şekillendiğini zekice yedirmiş kurguya. Aslında konuya baktığımızda çok imkânsız ve bizden uzak görünse de, inanın değil. Okudukça kendi dünyanızla öyle güzel uyuşturuyorsunuz ki, zamanla ne çok şeye kendi isteğimizle kör kalmışız diye düşünüyorsunuz. Kitabın distopya türünde bir eser olması bu düşünceyi destekliyor aslında. Körlük’ün nerede, hangi ülkede geçtiğini bilmesek de bir yerlere uydurmaya çalışmak çok zor olmayacaktır.
Kitabı okumaya başladığımda yaşanan bu körlüğün nereye bağlanacağına dair bir sürü soruya takılsam da kitabı kapattığımda aklımda bunların hiçbirine dair bir cevap arayışında olmadığımı, sorgulamayı bıraktığımı fark ettim. Bunun sebebi ise sadece soruların cevabını almakla ilgili değil. Yazarın kitapta yaşanan her şeyi tüm hissiyatıyla, yavaş yavaş işleyerek size geçirmiş olmasıyla ilgili diye düşünüyorum daha çok. Bazı yerleri okumakta, sindirmekte çok zorlandım çünkü öylesine can yakıcı ama bir o kadar da gerçekti ki; sindire sindire, yavaş yavaş okuma ihtiyacına kapıldım. İçten içe “Tüm bunlar olabilir mi?” diye isyan ederken aslında her birinin doğru olduğunu biliyordum. Bunu kabul etmekse daha zordu tabii. Tüm o insanların gitgide değerlerini kaybetmesi, düzenin zamanla yıkılması ve diktatörce bir sistemin bunun yerini almaya çalışması… “Herkes kör, kimse kimin ne yaptığını görmüyor.” düşüncesini birkaç saniyeliğine hayal edin. Az çok tüm o vahşeti düşünebilirsiniz belki de.
Papaz giysisi giymekle papaz olunmadığı gibi, eline asa almakla da kral olunmaz.
Körlük, José Saramago
Yazar farklı bir anlatım diline sahip.
Kitabı okumaya başladığımda yazarın dilini benimsemekte oldukça zorlandığımı itiraf etmeliyim. Kurgunun farklılığının yanında tamamen farklı bir dil beni başta yorsa da bir süre sonra alıştım tabii. Yazar cümleleri uzun uzun sıralayıp genelde uzun paragraflar kurmayı tercih etmiş. Bir sayfada birkaç paragraf olmasındansa bir paragraf sayfalarca sürebiliyor. Ya da diyalogları tırnak içinde yazmaktansa paragrafın içine, virgüllerin arasına yediriyor ki bu da çoğu zaman dönüp paragrafları en baştan okumama sebep oldu. Ancak dediğim gibi ilerledikçe alıştım. Saramago’nun dilinin zorlayıcılığına karşın kitap yine de akıcı ve sürükleyici bir anlatıma sahip. Tüm o uzun paragrafların beni yavaşlatacağını düşünsem de biraz daha, biraz daha diyerek kitabı elimden bırakmak istemedim. Ancak yine de bir çırpıda bitirilecek bir kitaptan ziyade sindire sindire okumak daha iyi ve sağlıklı bir tercih olacaktır.
Kitapta en çok hoşuma giden detaylardan birisi de karakterin isimleri ya da karakterlerin isimlerinin olmaması desem daha doğru bir tanım olacak sanırım. Körlük, bir yere kapatılan yüzlerce kişi çevresinde gelişse de aslında yedi kişiye odaklanıyor. Doktor, doktorun karısı, koyu renk gözlüklü genç kız gibi tanımlamalarla tanıyoruz karakterlerimizi. Bu durumu ise körüz, isimlerin ne önemi var diye aktarıyor bizlere yazar ki bu da gayet mantıklı geliyor okura tabii.
Körlük bir de devam kitabı niteliğinde sayılan Görmek kitabıyla devam ediyor. Aynı bilinmeyen ülkede, farklı bir kurguyla karşımıza çıkıyor bu sefer yazar. Ben henüz okumadım ancak en kısa zamanda Görmek kitabını da okuyacağım. Ayrıca Körlük’ün yine aynı isimle bir filme de uyarlandığını biliyor muydunuz? Filmi beğenmemekten çekinsem de mutlaka ona da bir şans vereceğim.
Körlük tüm usta yazarlarımızın distopyaları gibi acımasız ve gerçekleri gözler önüne seren bir kitap. Bu yönüyle Cesur Yeni Dünya, 1984 ve Hayvan Çiftliği gibi kitapları okurken hissettiklerimi de hissettirdiğini söyleyebilirim. Bu kitaplardan herhangi birini bile okuyup sevdiyseniz Körlük’e kesinlikle bir şans vermelisiniz derim.
İnsan gibi yaşamıyorsak, en azından tam anlamıyla hayvan gibi yaşamamak için elimizden geleni yapalım.
Körlük, José Saramago
İncelememizin sonuna geldik. Umarım bu kitabın bana hissettirdiklerini sizlerle biraz olsun paylaşabilmişimdir. Körlük her yönüyle kesinlikle hayatınıza katmanız gereken ve sizlere bambaşka bir bakış açısı katacak bir kitap. Umarım bu distopya türündeki harika eser her birinizin kitaplığında yer edinir. Keyifli okumalar dilerim. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere. 🙂
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş :