Yazmak, insanın içine sığmayan duygu ve düşünceleri kağıda dökme sanatıdır. Bu nedenle zaman ne kadar değişirse değişsin, yazmak popülaritesini hiç kaybetmedi. Aksine her geçen gün yazı yazmaya gönül verenlerin sayısı artıyor. Henüz bu serüvenin başında olan birçok kişi ne yapacağını bilemiyor ve aklında birçok soru işaretiyle kalakalıyor. Ben de, kendini geliştiren bir yazar adayı olarak kendi tecrübelerimden bahsettiğim bir seriye başladım. Bu serinin ilk yazısında yazmaya yeni başlamış herkese, yazmasını önerdiğim öykü türünden bahsedeceğim.
Kısa bir yazı türü olması, öyküyü yazmaya yeni başlamış yazar adayları için yazılması kolay bir tür haline getiriyor. Ancak öykü ülkemizde çok okunmadığı ve roman kadar popüler olmadığı için birçok kişi tarafından yeteri kadar bilinmiyor. Bu da henüz kaleminin pasını atamamış olan yazar adaylarının bu türde eser verirken zorlanmasına neden oluyor. En sonunda birçok yazar adayı motivasyonunu kaybederek öykü yazmayı, hatta hepten yazmayı bırakabiliyor. Bu nedenle yazarken zorlandığımız noktaları belirlemenin ve öykü türünü tanımanın hem daha iyi eserler verebilmek hem de yazma sürecimizde devamlılığı sağlamak için çok gerekli olduğunu düşünüyorum.
O zaman hadi gelin, öykü türünün tanımıyla başlayalım!
Öykü, anlatıcısının yaşamının bir bölümünü yer ve zaman ile ilişkilendirerek ele alır. Bunu da okuyucusunu etkileyecek şekilde yapar. Yukarıda da belirttiğim gibi öykünün en bariz özelliklerden biri, bir roman gibi yüzlerce sayfa yazmayı gerektirmiyor olması. Ancak bu öykü yazmanın kolay olduğu anlamına gelmiyor. Hatta iyi bir öykü yazmak, en az iyi bir roman yazmak kadar zor olabilir!
Öykü yazarken zorlanmamızın arkasında birçok neden yatar. Zorlandığımız noktaları belirleyebilmek, bize eksik olduğumuz kısımları fark etmemizde yardımcı olur ve böylece yazma becerimizi geliştirmiş oluruz. Bu da daha kaliteli öyküler yazmamızı sağlar. Burada karşımıza çıkan ilk neden, iyi bir okuyucu olmamaktır. Her iyi okur, iyi bir yazar olmayabilir. Ancak her yazar, iyi bir okur olmalıdır. Çünkü yazarların en büyük enerji kaynağı kelimelerdir. Bir okuma alışkanlığı kazanmak, cümlelerimizin akıcılığını gözle görülür seviyede arttıracaktır. Öykü yazarken zorlanmamızın bir diğer sebebi ise kalemimizin yazmaya henüz alışmamış olmasıdır. Yazma serüvenine yeni başlamış bir yazar olabiliriz ya da yazmaya uzun süre ara verdikten sonra geri döndüğümüz için yazarken kelimeleri bulmakta zorlanabiliriz. Bunun en etkili çözümü, bir yazma planı oluşturmaktır. Bu sayede kalemimiz yazmaya alışır ve bu tıkanıklık hissi büyük bir ölçüde çözülür.
Okuma ve yazma konusunda temel bir sıkıntımız olmadığına karar verdiysek ve hala öykü yazmak bizi zorluyorsa bunun nedeni, öykü türüne yabancı olmamızdır. Sık sık okuduğumuz bir metin türü olmadığı için yazarken de yabancılık çeker ve zorlanırız. Bunun çözümü ise yazının başında da belirttiğim gibi öykü türünü tanımaktan geçer.
Öykünün temelinde dört ana unsur vardır: Olay, kişi, yer ve zaman. Her öykü yazarı, bu dört unsur üzerinden kendine bir plan hazırlar. Bu plan, her bir unsura birbirini tamamlayan soruları sorarak hazırlanır. Olay nedir? Bu olayın kişileri kimlerdir? Bu kişilerin başından geçen olay nerede ve ne zaman geçer? Bu gibi sorulara verilen cevaplar, kurgunun iskeletini oluşturur. Bu iskelet her kurgunun başlangıcında kullanılabilir. Öyküyü diğer türlerden ayrı olarak tanıma kısmı bu noktadan sonra başlar.
Yazarın yapması gereken ilk ayrım, öykü ve roman arasındakidir. Bu noktada yapılan en büyük hata, öyküyü romanın kısa hali olarak görmektir. Böyle düşünüldüğü için sadece kelime sayısından kısılır ama diğer özelliklere dokunulmaz. Oysa öykü, roman kadar kapsamlı bir tür değildir. Kelime sayısını azaltırken, karakter sayısını da olay sayısını da azaltmak gerekir. Bununla beraber karakterlerin ruhsal çözümlemelerine ya da ayrıntılı tasvirlere yer verilmez. Bazen bir romanda tek bir sayfanın tamamı bir karakter tasvirine ayrılabilir. Ancak bazen tamamı bir sayfa süren öyküde böyle detaylara yer yoktur. Bir diğer önemli ayrım ise öykünün bir anlatıcı gözünden anlatılıyor olmasıdır. Eğer öyküyü anlatan kişi bir karakter değil de yazarın kendisiyse bu durumda yazılan metin bir öykü değil, anıdır.
Öykünün bir tür olarak diğer türlerden ayrımı da yapıldığında artık yazarın elinde kurgusunun taslağı ve yazacağı türün temel unsurları vardır demektir. Artık bir öykü yazmak için bilmesi gereken her şeyi biliyordur. Ama benim kendi yazılarımda da kullandığım birkaç püf nokta daha var!
Yazdığımız metin her ne kadar kısa olsa da yazarlar, okuyucularına öykülerinde geçen durumları anlatmaya çalışır. Fakat öyküde uzun açıklamalara yer yoktur. Bu nedenle yazarın detaylı anlatımlara değil, okura göstermek istediği tasvirlere yönelmesi gerekir. Bunu da bazen bir kelimenin arkasına gizlediği düşünceleriyle yapar. Bazen bir insanın görünmezliği bir maske ile anlatılır. Bazen bir şehrin kasveti kokusunda saklıdır. Öykü bir insanın hayat hikayesini anlatmaya çalışmaz. Onun hayatından bir an seçer ve ona odaklanır. Zaten öykünün en temel amacı da budur: Bir noktaya değinmek! Yazarın bunu yapabilmesi için de okuyucusunun dikkatini çekmesi gerekir. Bu yüzden çarpıcı konular seçer, öykülerini beklenmedik sonlarla bitirir.
Öykü türünü kendinize yakın bulmuyor olabilirsiniz. Şahsen ben de çok sık öykü yazan biri değilim. Fakat bu kısa düz yazı türü, biz yazarlara gerçekte neler yapabileceğimizi gösterir. Zorlandığımız kısımlarda eksiklerimizi görürüz, üzerine gittikçe de bu eksikleri tamamlamaya başlarız. İşte tam olarak bu nedenle ben de kendimi geliştirmek için daha çok öykü okumaya ve yazmaya çalışıyorum.
O zaman artık öykü yazmaya hazırız! Küçük adımlarla başladığımız bu yolda umuyorum ki büyük hedeflere ulaşırız. Yazı Rehberi serimin ikinci yazısında görüşmek üzere!
Bir yazar adayı olarak kendimi geliştirirken öğrendiğim tavsiyelerini paylaştığım yazı blogum Yazı Rehberi’ne buradan ulaşabilirsiniz.
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş: